KALBİN SÜKÛN VE SELAMET ÜZERE OLMASI
KALBİN SÜKÛN VE SELAMET ÜZERE OLMASI
HATİCE FAHRUNNİSA
Kalbin sükunetini kim istemez ki?
Her Müslümanın yaşamayı arzu ettiği bir hâldir bu.
Selîm bir kalbin hâli nedir denilirse daim itidalde bulunmaktır diye cevaplandırılabilir.
Allah ile olan kulluk ilişkisi yolunda, yine O’nun kulları ile merhamet, muhabbet ve adalet gibi esma tecellileri açısından mesafesi uygun, şirkin karışmadığı imanında sağlam ve vazifelerini yerine
yetirmek hususundaysa mütedeyyin bir kişinin kalbi, selîmdir.
Kalb-i selîm kavramı, Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette geçer.
Bu iki âyette de bahsi geçen kıssa İbrahim Peygambere aittir.
Ancak Allah’a kalb-i selîm ile gelenlerin kurtulabileceğini belirten âyetlerde, bunun için gayretle
çalışmanın gerektiği anlatılır ve hem dünya hem de âhiret yaşamımızın huzurunun buna bağlı olduğu
önemle vurgulanır.
Hz. İbrahim’den teslimiyet ve tevekkülü öğreniyoruz. Dil ile hemen bunu söyleyiveriyoruz ama
gerçekleşmesi öyle kolay olmuyor. Olaylar karşısında doğru duruşu kazanmak ve nerelerden hayata
ait ibret çıkarımları yapıp hangi yönlerden hemen teslimiyet gösterileceğini öğrenmek zaman alıyor.
İmtihan var, bela var, fitne var.
Ne için bütün bunlar? Bizler başıboş mu yaratıldığımızı mı sanıyoruz?
Elbette hayır.
Allah insanı kâinatın en değerli ve şerefli varlığı olarak yaratmıştır. Bununla birlikte âlemi kendisine
musahhar kılmış yani tasarruf edilmesi mânâsında emrine vermiştir.
Ve insan hayat sürecinde Allah’ın kendisine vermiş olduğu imkânları, nimetleri en iyi şekilde
değerlendirmekle mesuldür.
İşte insan belirli bir yaştan başlayarak sorumlu olduğu bu şeylerle imtihan olunur. Üstelik her birimiz
farklı alanlarda ve farklı şekillerde bu imtihanlara tâbi oluruz.
Allah’ın muradı bizlerin kemâlatı olduğu için her şeyden evvel zayıf olan yönlerimizin güçlenmesi söz
konusudur. Zaten dikkat ettiğimizde özellikle bu yönde olaylarla Rabbimizin bizi imtihana tâbi
tuttuğunu görürüz.
Biz her ne kadar hayır ve şerle imtihan olmakta zorlansak da bu böyledir. Kendimiz için neyin hayır ve
neyin şer olduğunu bilemesek de durum budur. Bu sıkı zamanlarda tek çarenin Allah’a sığınmak,
sabretmek ve şükretmek olduğunu bize yine Allah öğretir. Tüm bu imtihan meydanından “Vardır
bunda da bir hayır” deyip çıkmamızı diler.
İşte bunun içindir ki savaşmak bize farz kılınmıştır.
İslam’ın bilinen cihat emri ile beraber şeytanla ve onun vahyettiği dostlarıyla savaşmak bize farz
kılındı. Allah Bakara Sûresi 216 . âyetinde de “Bu durumunun hoşumuza gitmeyeceğini oysa bizim
hayır bildiğimizin şer, şer bildiğimizin de hayır olabileceğini” belirtir.
Evet, bu Ebu Cehil karpuzundan daha acı gelir. Zehir gibi gelir.
Ancak biz nefsin heva yanıyla, dünya hayatının çarçabuk elde edilen lezzetlerinin sevgisiyle kendimizi
perdelendiğimiz için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmayabiliyoruz. Sonundaki çok büyük hayrı
görmeden üstelik.
Evet, Ebu Cehil karpuzu gibi.
Bu bitki çok acı ve zehirlidir. Dikkatli kullanılması gerekir. Fakat içinde pek çok faydalar da var.
İşte bizim de hikmetini bilmeden yaşadığımız pek çok olayın nice hayrı, büyük ruhani lezzeti olabilir.
Bu kalıcı hayırlar ve ebedi lezzetler karşısında kısa sürede geçip unutulan acılar çok basit kalır.
Aynı durum hayır bildiğimiz olayların bazılarının da şer olabileceği hususunda da geçerli.
Bütün bu hadiselerin bize nasıl yönlenip ve yine nasıl bir imtihan olarak sûret bulacağını Allah bilir.
Elbette ki, Allah bilir bütün belirsizlikleri, zulüm gibi bize görünen iyilikleri, yaşananların perde arkasını, hikmetini…
Ve Allah şüphesiz biliyor hakkımızda neyin hayır neyin şer olduğunu…
Gelip geçici dünya ile kalıcı âhiretten, zâhir ile bâtından perdelendiğiniz için biz bilmiyoruz.
Vesselam…
Yorumlar