ÂLEMİN İŞLEYİŞİ; SÜNNETULLÂH
Yüce Rabbimiz bir Âyet-i Kerimesinde “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah – kendine dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rum, 41) buyurur.
Bu âyetle anlıyoruz ki, kişi kendi yanlış algıları ile düzenini bozuyor. Rabbimiz bizden bu bozulmuş düzeni dengeye getirmemizi istiyor.
Peki neden sıkıntı yaşıyoruz ?
Eğer hiç sıkıntı yaşamasaydık O’nun merhameti açığa çıkıp tecellî edemezdi. Kul için birer kendini bilme sebebi olan bu problemler bize verilen yaşam süresi içinde tövbe etmemiz, yaptığımız negatiflikten geri dönmemiz içindir. Sabır bize zor gelse de sonunda bulduğumuz nimetlerle süslenmiş bir yaşamdır. Allah hemen ceza vermez ve bizlere yönümüzü değiştirip doğruyu sabırla bulmamız için zaman tanır. Bu da ancak dünyada mümkündür.
Âlem zıtlıklar üzerine yaratılmıştır. Güzel çirkin ile, gündüz gece ile, sağlık hastalıkla bilinir. Zıtlıklar birbirleri ile bilindiği gibi yine birbirleri ile de kaimdirler. Aslında denge bu şekilde oluşur. Var olan negatif bir durumun zıddını bularak dengeyi sağlarız. Zıddı ile yaratılış söz konusu olmasaydı pek çok hakikat bilgisi de zuhûr etmezdi. Bu konuda Allah bir âyetinde; Toprağın bitirdiklerini, kendilerini ve daha bilmedikleri nice şeyleri çift çift yaratan Allah her türlü eksiklikten uzaktır. (Yasin, 36) buyurur. Yasin Sûresi yorumunda Dr. Hâlûk Nurbâki bu âyetle ilgili şu açıklamayı getirmektedir;
"Sübhan olan Allah, benzersizliğinin sırrı içinde tektir. Yarattıkları ise çift, yâni zıt benzer ikizlerdir. Âyetin açıklamasına göre bu zıt ikizler üç guruptur.
a)Arzın bitirdiklerinden zıt ikizleri, b) Nefsin zıt ikizleri c) Bilmediğiniz zıt ikizler.
Çift demek; erkekle dişi, eksi ile artı gibi birbirinin aynı, fakat zıt karakterli olan demektir. Âyet ne diyor; Ben Sübhan olan Allah'ım. Teklik sırrı Benim gizliliğimde var olan bir hikmettir. Yarattıklarımı hep çift yarattım... (Nefislerinizden nice çiftler yarattık.) Her huy nefsle çift yanlıdır.
Çift özellik iki türlüdür; a) Benzer çift. b) Zıt çift.
Nefsdeki huylardan çift oluşu kavramak daha kolaydır; Korkaklık-cesaret, merhamet-zulüm, alçak gönüllülük, gurur gibi...”
Zâhir ve batında anlatılan bu zıtlığa bir örnektir. Zâhir açık olmak, açığa çıkmak demektir ve bize şekli ifade ederken, batın ise gizli olmak anlamına gelerek özümüzü gösterir. Bu anlamda, bu iki kavram imtihan sırrı gereği birbirlerine muhtaçtırlar ve dengeyi sağlamaları için de Allah’ın rahmeti gereği imtihana tabi tutulurlar. Zâhiri madde ve mana yapıyı da batın olarak eştir. Biz eşlerin arasını bulalım ve nefsi ruha tabi kılalım diye imtihan sırrı olarak gelen bu döngüler her kişi için farklı seyreder. Çünkü her sırrın kendine ait bir zamanı vardır. Her kişide zuhûr farklı biçimlerde ve hâllerde olacaktır.
Velhasıl, bilinmeyi sağlayacak sebepler silsilesi zıtlıklar ile oluşur. Her şey Cenâb-ı Hakk'ın fiillerinden, âlemde açığa çıkışından ibarettir. Ancak Allah'ın Zatı ise hiçbir şekilde sınırlandırılamaz ve tüm suretlerin üstündedir. O, Ahad’dır; TEK’tir ve Samet’tir, hiçbir şeye benzemez.
Bu sebepler silsilesi âlemde olaylarla, fiillerle açığa çıkar. Yapılan her eyleminde bir sıfat olarak sebebi söz konusudur. Yâni bize gelen bir etki vardır. Herkes ve her şey bu manyetik etkinin içindedir. Bu her kişi de kendi potansiyeline uygun olarak bir algı oluşturur. Bu algıyı niteleyen şey sıfattır. Kişi ellerinden fiil olarak bu algının neticesini çıkarır.
Karşısına çıkan ve çok ihtiyacı olduğunu bildiği bir arkadaşına borç para vermemesi kişinin “şimdi bende hiç para kalmayacak, zelil olacağım, fakir kalacağım” demesi gibi. Yapması gereken kâmil davranışına engel olur. Davranışlarımız algı ve anlayışımızın çocuklarıdır.
Biz bir fiil işlediğimizde bunun âlemde de bir karşılığı olacaktır. Eğer çabuk parladığımız bir olay meydana gelmişse, karşımızdaki insan büyük ihtimalle çekingen davranacaktır. Yâni bizim hareketimizin zıddı ile mukabelede bulunacak. Biz yargılayıcı oldukça karşımızdaki depresif bir tutuma girecektir. Biz kendimize güvensiz davrandıkça karşımızdaki bize mükemmeliyetçi bir tavır sergileyecektir.
Ayna metaforu bize bu zıttı ile yaratılış ve varoluş hakikatini anlatır. Aslında gördüğümüz kendi suretimizin yâni hâllerimizin yansımasıdır ve bu yansıma birebir aynıdır. Ve bu zıddıyla ortaya çıkar her zaman.
Karşımızda kibirli bir insan görüyorsak, o kibir bizde de vardır fakat oranlar farklıdır. Gördüğümüz surette oran yüzde 70 ise bizde yüzde 30 seviyesinde olabilir. Bu kibirli olmadığımız anlamına gelmez. Ama davranışlarda kibirli bir insanın karşısında kendini geri çeken yapımızı sergileriz.
Bunun gibi zaaflarımızın dengeye gelmesi için sıkıntı dediğimiz pek çok olay ile karşılaşırız ki, bu yapıyı okuyabilmek için gerçek bir farkındalığa ihtiyacımız vardır. Artık yaşadığımız olayda nasıl davrandığımızı nelere tepki verdiğimizi görebiliyorsak, benzer bir olayla karşılaştığımızda bir adım önden başlarız. Çünkü zaman daireseldir ve biz bu konuda kemâlatı sağlayalım diye defalarca sınanırız. Bu sınanmaların asıl sebebi algılarımız neticesinde sergilediğimiz fiillerdir.
Algı, duyu organımızda tepki oluşturan enerjidir. Farklı sebepler ise farklı duyguları yaşamamıza neden olurlar. İnsan duyu organları ile bu enerjisel titreşimleri kendi özelliklerine göre alt ve üst sınırda fark etme yeteneğine sahiptir.
Farkındalık alt sınırda algılandığında anlayışımız tefrit hâlde açığa çıkar. Üst sınırda algıladığımızda ise ifrat bir davranış sergileriz. Bu davranışları sergilerken de aynı türde davranışa neden olan algıyı soyutlarız. Sıfat dediğimiz, yer ve özellik bildiren kavramlar oluşur. Bu kavramları ifade ettiğimizde tanımlar yapmış oluruz.
Örneklendirirsek, El Kerîm esmâsının Allah için anlamı karşılık beklemeden veren demektir. Kul için manası; bol rızık sahibi olmak, cömert olmak, kolaylıklara nail olmaktır. Bu tanımı ortaya çıkarmak için bir sebebe bir algıya ihtiyacımız vardır. Rabbimiz bunun için bize bir olay yaşatır ki merhamet algımız açığa çıksın ve cömert olma konusunda sınavımız gerçekleşsin. Merhamet etmemiz gerektiğini duyumsadığımızda kendi yaratılış kapasitemize göre, bir hâl sergileriz. İtidal konusundan hatırlayacağımız üzere hâl üç şekilde gösterilir;
1-Olaya yargılayıcı ve ezici bir şekilde yaklaşarak ifrat hâl sergilemek,
2-Güvensiz, başkalarının ne düşündüğü ile endişeli, fikirleri bulanık davranarak tefrit hâl sergilemek,
3-Açık, neşeli, kendine ve başkalarına saygılı şahsiyetli davranarak denge hâlini bulmak.
İfrat hâl sergileyen bir kişi egosunun hoşuna gitmeyen, cömertliğin gereği olan verme eylemini yargılayıcı ve ezici olarak gösteriyor demektir. Tefrit hâl sergileyen kişi ise güvensiz ve endişeli tavrı ile alt sınırda duruyor. İtidalli davranış ise verme eylemini neşeli ve saygılı davranarak yapıyor ki işte cömertliğin de asıl tarifi budur.
Zanlarımız ile yorumladığımız algılarımız tefritimize sebep olur. Bu algıları aklımız ve çıkarımız için kullandığımızda ifratta davranmış oluruz. İtidal ise, tüm bu algıları kalp ile değerlendirip, hikmetini okuyarak doğru hâl sergilemekle olur. Ve itidâl insanın kendisine ve çevresine gösterebileceği en büyük merhamettir.
Yorumlar