AŞKIN YAPICI VE YIKICI GÜCÜ
AŞKIN YAPICI VE YIKICI GÜCÜ
HATİCE FAHRUNNİSA
Fiil… Faaliyet yani hareket…
Düşüncenin gerçekleşmesi için hareket gerekir. Oysa niyetimiz eyleme geçmeden önce hareketsizdir. Yani henüz varlık sahnesine çıkmamış düşünce durumundadır. Ve yine nesne hâline dönüşen varlık düşüncenin hareket hâline geçmesi ile mümkündür.
İnsandaki potansiyel kuvve dediğimiz güç kişinin yapısındaki herhangi bir sıfatın açığa çıkma isteği sonucu tekrar hareketlenir ve dışarıda kendi zıddını arar. Zira âlemde her şey zıddı ile kâimdir.
Örneğin kişide anlayışlı olmak değerinin açığa çıkması için karşısında anlayışı kendinden esirgeyecek bir yapının olması gereklidir. Yahut kurban psikolojisi ile yaşamı kendine zindan eden birinin karşısında kendisine zulmeden biri olacaktır. Neden? Kurbanlığa devam etmesi için.
Bu, sünnetullah dediğimiz fıtri işleyişin gereğidir.
Peki, neden böyle?
Hiç oyun parkında tahteravalliye binen çocukları izlediniz mi?
Tahterevalli, sabit kurulan ve iki ucuna en az birer çocuğun oturup birbirini yukarı aşağı indirip kaldırmasına yarayan oyun aracıdır.
Diyelim ki tahterevallinin yukarıdaki uzantısı ifrat hâlini yani aşırı davranış biçimini anlatsın. Aşağıdaki uzantısı da tefrit yani zayıflıktaki davranışlarımızı ifade etsin. Bir konuda ifrat yahut tefrit davranışlarımız da aynen bu şekilde olur. Birimiz aşırılıkta iken bir diğerimiz de zayıflıkta davranır.
Ne zamana kadar?
Taraflardan birinin dengede kalma isteği oluşana kadar.
Çünkü tahterevalli, tam orta noktasından desteklenen bir tür kaldıraçtır. İşte o zaman kaldıraç dengede durur.
Bizler birer yetişkin olarak dengede olmadığımız sürece hâlâ tahteravallideyiz. Hâlâ oyun oynuyoruz. Dünya, bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunun bir kanıtı da bu olsa gerek.
Gelelim bu durumun aşk ile ilgisine.
İnsanda gizli bir potansiyel enerji olarak bulunan “Kuvve” vardır. Bu kuvvenin açığa çıkabilmesi her zaman akıl ile olmaz. Duygu ile olduğu anlar da vardır ki buna “aşk” denir.
Aşk öylesine bağlayıcı bir güçtür ki birbirinden bağımsız iki tarafı sarıverir. Özne ve nesne birden farksızlaşır. Seven ve sevilen; bilen ve bilinen artık bir varlık gibi olur.
Açık bir fermuar düşünelim. Bir tarafta olan diş diğer tarafta yok. Var yok ile bütünleşince yani fermuar kapanınca ayrı ve bağımsız gibi görünen iki tarafta bahsi geçen dişlerin yerlerine yerleşmesi ile bütünleşir. İşte insanda da böyle bütünleştirici ve ölçülmesi, görülmesi mümkün olmayan bir bağ oluşur.
Bu bağ çekici bir “Enerji bağı”dır. Yani bir nevi “Çekim kuvveti”.
Çekim kuvveti her nesnede canlı ya da cansız vardır. Ve bu kuvvet insanların güçlü bir şekilde hissettikleri ve aşk denen bu çekim kuvveti iki insan arasında deneyimlendiğinde “Beşeri aşk” adını alır. Mevla’nın lütfuyla bu beşeri aşk “İlahi aşk”a dönüşüverir.
Âlemin enfüsi manası, varlık ateşini yakan, insanda gizli kalmış sonsuz potansiyelleri harekete geçiren, onun Allah ile irtibat kurmasını sağlayan hakikattir aşk.
Aşkı yazabilmek zor ancak bildiğim o dur ki, zihnin esaretinden kurtulduğumuz, özgürleştiğimiz ve onun verdiği güçle imkânsız gibi görünen şeyleri mümkün kılabildiğine şahit olduğumuz rehberin adıdır diyebilirim. Benliği fark ettiren ve Rabbi keşfetme yolunda içsel en güçlü rehberlerden biridir. Böylece hakikat diyarına ulaşılabilir.
İtidal dediğimiz dengede olunduğu vakit insanın değerini arttırır.
Topraktan yaratılmış insanın içindeki asli cevher olan ruhunu besler.
Aşk insana kendi insaniyetinin bütün imkânlarını açar.
Konfor alanında mısın? Yoksa eteklerin zil çalmış kaçmakta mısın?
Bu yüzden bir filozoftan daha iyi idrak edilebilinir hakikatin müşahedesi.
Bizler sevemeyiz aslında. Mevla kalbimize yerleştirir bu duyguyu. Sonra sevmeye başlarız.
Allah sevilebilir ama düşünülemez. Onu tanımak, bilmekle, araştırmakla değil, yalnızca aşkla mümkündür.
Yani güzel isimlerinin tezahürleri ile.
Tahteravallide oturmuş iki kişinin ortak esmasının dengeli bir şekilde yaşanması ile. Ya da fermuarın kapanmasının bu esmaların doğru anlaşılması ile mümkündür.
Görüldüğü üzere aşk bedensel bir çekim kuvvetinden ibaret değil aksine sıfat boyutunda yaşanan bir haldir. Yaşayan herkesi yüksek ve latif duyguların içine atar.
Kendi ihtiraslarını, zaaflarını öldürmemiş kimselerin aşkı bilmeleri mümkün müdür?
İnsan olabilmek için, bütün yaratılmışlar içinde sadece insanların erebildiği aşka layık olabilmek için sadece kayıtlarımızdan değil belki de aşkımızdan bile geçmek gerekiyor. Belki de geçtiğimiz zaman aşk misafir oluyor kalbimize. Çünkü gerçekleşmesi imkânsız olanı dahi mümkün kılar aşk. Öyle bir kudret nişânesidir.
Nereye girse yakar yıkar aslında. Bizdeki eksik anlayışı öldürecek ya. O yüzden beladır. Fakat yeniden inşâ ettiği şey insanın potansiyelinin kemâlatına göre vücut bulur.
Aşk, bütün lezzetlerin özüdür. Tüm istenenlerin aslıdır.
Ve ona kavuşan başka şeyden zevk almaz, hiçbir faniye de avuç açmaz.
Beklentisi yoktur çünkü.
En büyük karşılığı da kendinde eksik olan anlayışı öğrenmesi ve davranış olarak yaşamına geçirmesidir.
En başta bahsettiğimiz varlık sahnesindeki görev de budur. Bizlere bahşedilmiş potansiyelin harekete geçmesidir.
Aşktır.
Mesele o ki, gerçeğe bir yol bulalım.
Daima diri ve ebedi olana âşık olmak niyazıyla. Çünkü sırrımızı nura kavuşturacak olan sadece O’ (c.c) dur.
Vesselam…
Yorumlar