DEDİKODU
DEDİKODU
SERKANT DERVİŞOĞLU
Yapmayan yoktur bu illeti.
Her türlü bağımlılıktan bir şekilde yardım alarak kurtulursun ama bundan kurtulanına denk gelmedim. O değil de tedavi olabileceğin yerde yok şu zamanda. Vardır belki de. Olsa da çok ama çok azdır.
Sinsidir bir kere. Yapmam dersin, öyle bir hava yaratırsın. Yine allem eder kallem eder bir bakmışsın dedikodu yaparken bulursun kendini.
Dedikodunun beslenme kaynakları da aşağı yukarı bellidir. Genelde karşı tarafı gömmek, alçaltmak maksadıyla yapılır. Sende kendini lord zannedersin.
Evvela çok samimi olarak yapman gerekir. Zan ve vehim kalpten olursa çok daha makbul olur. Mağdur olmak genelde çok işe yarar. Sonuçta bir şekilde ayağa kalkman lazım, kolay değil o kadar şey yaşattılar sana değil mi? Hakkını yediler, horladılar, eziyet ettiler, alay ettiler, küçük gördüler, yüksekten baktılar sana, bizden değil dediler Tanrının seçilmişleri.
Belki de hiç bunlar olmadı, hepsini kendi zannında yaşadın. O veya bu şekilde bunlar oldu. Güçlü bir şekilde karşı atağa geçerek yakın gördüğün, yüksek sempati yapabilen dost sandıklarınla bir araya gelerek olayların öyle olmadığını, onların zaafları zannettiğin şeyleri söyleyerek bir rahatlama terapisi işine girdin.
Bunun ilacı da var, direk damardan alıyorsun. Antidepresanla viagrayı karıştırıp bir güzel şırıngayla enjekte et kendine, ohh misss. Sabaha kadar önüne geleni dedikodunla halledersin. Dipçik gibi olan dimağın ve çene gücünle kimse tutamaz seni.
Dikkat ediyorum dedikodu hastalığı berbat bir şey. Dediğim gibi zararsız gibi gözüküyor ama alkol uyuşturucu gibi ne bileyim şeklen algılamak zor olduğu için kişi bunu ya da insanlık bundan pek rahatsız olmuyor. Bir de herkes yapıyor, her mevkiden insan var büyüğü küçüğü fark etmiyor. En önemli çıkış kaynağı ise merak. Ne olmuş, ne demiş, kimleydi, ne dedi, ne yapmış vs.
Dedikodu yapan ve yapılan kişiye ne olabilir peki?
Ölçün olmadığı için iftira atma olasılığın çok yüksek. Gerçeği tam nedir emin değiliz, ne olduğuna dair genelde varsayımlar üzerine düşünce üretiriz. Tabi hayal gücünde yüksekse gelsin “Game of Thrones” gibi bir dizi.
Hayal gücünün de ötesinde olan, kendi söylediği yalana inanan ve sezgilerine korkunç güvenenlerde ayrı cabası.
Sonuç itibariyle; kişiyi kendi farkındalığından alıp götüren hadiseler yumağıdır dedikodu. Vaktini boşa harcayıp, çok daha ileri gidenlerin; insanların hayatlarına bile mal olabileceği korkunç durumların meydana gelmesine bile vesile olur.
Örnek mi ? Çok elbette. Mesela annemin babası bir iftira yüzünden kendi kardeşi tarafından öldürüldü. Kocasına aşık bir kadın ve geride akıl doğumları oluşmamış babalarının çehresini bile hatırlamayacak kadar küçük dört yavrucak bıraktı. Masum dediğin şey nelere mal oluyor. İnsanların işlerinden oluyor, karı koca boşanıyor, miras kavgaları çıkıyor, arkadaşlıklar bozuluyor.
Bazı arifler dedikodu olacaksa eğer ölçüsü hakkında hakkaniyetli ve mevzuya objektif yaklaşma konusunda ısrar ediyor. Yani azizim, konuların açıklığa kavuşması açısından diyorsan duygularını kaptırıp coşmaman konusunda aşırı dikkatli olman gerekiyor. Eğer kendini dedikoduya kaptırırsan, birinin üstüne basarak yükseldiğinde göreceğin şey insan etlerin çürümüş leş gibi olmuş yığınından başka bir şey olmayacak işin sonunda.
Dedikodunun en büyük zararı seni kendi farkındalığından koparan büyük bir hastalık olması. Kokuşacak olan bedenine ölü toprağı atmak gibi.
Dedikodu işini uzatırsın yani hayat tarzı haline getirirsen senden Ümraniye çöplüğü gibi kokular hasıl olmaya başlar. Sonrada insanlar benden niye uzak duruyor diye düşünüp, anti tez oluşturup, başka vehimler üretip, tekrar başka dedikodular üretirsin.
Zincirleme dedikodu yani. Eskiler Cehl-i mürekkep derler. Haliyle bu durum seni senden, hakikatinden, gerçeklikten, dirilikten, inançlarından koparır. Bir Allah olduğunu unutturur. Aklına bile gelmez Cenab-ı Hak. Kibirlenirsin, sen zaten biliyorsun, hüküm veriyorsun cahil cesaretinle, neticesinde gereksiz özgüven pompalanır asil damarlarına küçük Prenses.
Şimdi böyle yazınca çok majör örnekler geliyor aklınıza. “Ben onun hakkında konuşmuyorum ki” “kimsenin ekmeğine de mâni olmadım” “Onların ayrılmasının sebebi anneme laf taşımam yüzünden değil” gibi pek çok savunma sözleri...
Peki daha minör, fakında bile olmadığımız hakikat adına yaptığımız şeyler bile bizim kendi kendimizi öksüz hale getiren, kendi celladımız olan şeyler olduğunu söylesem.
Derin farkındalık burada devreye giriyor. Kendilik bilincinde kişinin ağzından çıkan sözler illa birisi hakkında olmak zorunda değil ki. Kendi kendine veya inandığı değerler hakkında konuşurken hatta yaşamadığı halleri konuşurken bile dedikodu yapar.
Sen de imanını, inançlarını, yaşamadığın ama sanki o hal üzere bürünmüşün gibi sürekli konuşarak dedikodusunu yaptığında kendine zulüm etmiyor musun ?
Bu eziyet ile ahiretini yakmıyor musun? Hatta sana inanan insanları da seninle beraber aynı çukura taşımış olmuyor musun?
Bunun dini yaşam alanında olduğunu düşünme sadece. İş yerinde, okulda, kursta, arkadaşlarınla , aile içinde her yerde düşünebilirsin.
Hayatımda tokat niteliğinde olan bir şey okudum vaktiyle. Aklım başımdan gitti bu hadiseye rast geldiğimde. Uzun uzun tefekkür etmeme ve hal ve hareketlerimi gözden geçirememe vesile oldu.
Olay 770 yıl önce Konya’da gerçekleşiyor. Sıcak bir yaz günü tekkede ikindi namazları kılınmış, akşam namazına yakın, ikindinin mahmurluğu vurup da uykuya sebep vermesin diye bir ağacın altına oturmuş iki derviş, huzurlu bir esinti ve kuşların tepesinde ötüşüyle manevi bir atmosfer içerisinde sohbet ediyorlar.
Sohbetin manevi hazzı olacak ki etrafa rayihası yayılmış lezzeti kalpleri harlamış görünüyordu. O sırada evrende nadir bulunan tarifi ve anlaması zor olan kişi akşam güneşinin batışını arkasına alarak bu iki dervişe yaklaşmış. Dervişler bu ulu kişi güneşi arkasına aldığı için yüzünü seçememişler ilk bakışta. Sonra sesini duyunca bu kişinin Şems-i Tebrizi olduğunu anlamışlar.
Hazret selam verdikten sonra ne konuşuyorsun diye sormuş. Çünkü dervişlerin yüzlerinde tatlı bir tebessüm ve serçe gibi atan kalpleri fark edilir olduğu için mübareğin de merakını celp etmiş.
Bu iki derviş “Efendimizin hadisleri hakkında konuşuyorduk, efendim” demişler. İşte olayın karıştığı ana geliyoruz. Nevi şahsına münhasır olan rind meşrep olan Şems-i Tebrizi “bırakın dedikodu yapmayı” deyince etraf buz kesmiş. Kuşlar ötmeyi bırakmış, rüzgar esmeyi dervişler bir şey diyememişler bırak bir kelam etmeyi kekeleyememişler bile bu söz karşısında.
Hazret akabinde bana, size ait olan bir şey varsa onu söyleyin yoksa dedikodu yapmayın demiş. Buradan şu anlaşılmasın Hz. Peygamberin sözlerine bir şey demiyor, hakaret olarak algılanmasın.
Lakin bunun bir anlayış boyutu olarak kişi “artık o böyle demiş şu şöyle yapmış” gibi durumdan çıkıp kendine dönmesi için ve onda var olan cevheri çıkartıp hayatına aks ettirdiği hadiseler üzerinden konuşması gerektiğine vurgu yapıyor.
Yani anlayacağınız dedikodunun bile mertebesi var. Hal böyle olunca aziz dostlar hakikâten susmak eylemi o kadar önemli ki, sadece fiilen susmak değil içimizi susturmak daha da önemli.
Diyeceksiniz onu nasıl susturacağız. Düşünceler, durmadan geliyor.
Çok kolay…
Yorum yapmayın yeter.
Ey gönül; dilsizlerle dil birligi yap, onların dilleri ile dost ol da, dedikoduyu rehine ver, kurtul!
Divan- Şems
Yorumlar