“KİM BİLİR KAÇ YIL DAHA BÖYLE GEÇECEK, SENİNLE OLMAK VAR YA”

“KİM BİLİR KAÇ YIL DAHA BÖYLE GEÇECEK, SENİNLE OLMAK VAR YA”

Biliyorum kulağa bir şarkı sözü gibi geliyor, gerçekten de öyle. Farkında olmadan melodi hoş geldiği için ve belki de bilinç altımızda bir yere hitap ettiğinden huşu içinde dinleyip o anlık vaktimizi geçirmemizi sağlıyor. Aslına bakarsanız günlerimizi, aylarımızı ve yıllarımızı böyle geçiriyoruz. Kaba bir tabir olacak ama şuursuzca, ezbere, şartlanmış olarak, düşünmeden alışkanlık haline gelmiş bir hayat. Çok sık kullanılan haliyle farkındalık içinde olmadan yaşamak. Eminim kulağınıza bir yerlerden sıkça gelmiştir bunlar. Artık modern çağa ayak uydurmuş İslami entelektüellerde sıkça kullanmaya başladılar. Bana kalırsa iyi de yapıyorlar.

Farkında olmadan tükettiğimiz bir ömrümüz var. Halbuki Hz Peygamber her zaman var olan ama bizim unuttuğumuz İslam’ı bizle Allah’tan aldığı emirle tekrar tanıştırdığında ne oldu dersiniz? Atalardan gelen inançları, halk arasında gelenek görenek diye adlandırılan insanın yaşamını ve düşüncelerini zindan eden töreler, huylar, alışkanlıkların baskısı altında olduğumuzu gösterdi. Beş duyu organımızla hareket etme gibi insansı davranışlarımızın esiri olduğumuzun farkına varmamızı sağladı. Bu büyük cehennemden kurtulalım ve ahirimiz güzel olsun diye yaptı bunu. “Nasıl Yaşarsanız Öyle Ölürsünüz, Nasıl Ölürseniz Öyle Dirilirsiniz!” mübarek tanımlamasıyla da zihinlerimize önemli bir kural olarak nakşetti.

Hz. Mevlana’nın “Beden hapishanesi” metaforu, Vincent van Gogh’un “Tutuklular Çemberi” bize kendimizin nasıl bir kısır döngüde hayatımızı cehenneme çevirdiğimizi gösteriyor. 

“Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın” diyor Rabbimiz Fatır Suresi 5 c. Ayetinde. Dünya fark ediyoruz ki sınırlı bir yer. Sanki kelimeler yaşantımızla bağdaştırmaya çalıştığımızda havada kalıyor, ayağı yere basmıyor. Bunu hissediyorsak o zaman biraz ayaklarımızı yere değdirmeye çalışalım.

Nasıl gözümüzü yeryüzünden gökyüzüne kaldırdığımızda tahayyül edemeyeceğimiz bir sisteme bakıyoruz. Sınırlı bakışımızla yıldızlar, galaksi, gezegenler görüş alanımıza giriyor bunlar. Şimdi James Webb teleskobu fırlatıldı. Onunla kim bilir neler göreceğiz? Hubble bile ufkumuzu nasıl açtı.
Peki bu kadar araçla bunları yapabilen insan her birimde kendisinin de bir dünya hatta evren gibi bakabilse acaba neler göreceğiz?
Ayeteri dışa dönük değil birinci dereceden muhatabı kendimiz olarak algılasak. Emin olun fakındalığınız artmaya başlayacak.  “Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın” diyor ayette. Sen kendinle değil de başkaları üzerinden yaşarsan kendinden gafil olursan. Başkaları ne der diye yaşarsan, gelenek görenek, ataların yaşam tarzını ve aileden gelen huylarını üstüne üstlük bir de beş duyu organının tesiri altında yaşayıp bunları put yaparsan aldanmış olursun. 
Bu yaşam büyük bir lütuftur, şükret. Dünya hayatı sıkıntı kelimesini kendinde kötü kodlama.
Bunlar bir sınav deyip köşene çekilip bir şey yapmamazlık yapma. 
Etrafında olan bitenin farkında ol ve bunlar karşısında nasıl tepki verdiğini iyi ölç ve uyanık ol. Anamdan babamdan böyle gördüm, canım böyle istiyor bizim adetimiz böylenin Kuran’da üzülerek söylüyorum ki yeri yok.
Bunu kafana iyice sok.
Kur’an menfaatlerin doğrultusunda kullanabileceğin bir araç değil.

Dolayısıyla “Kim bilir kaç yıl daha böyle geçecek?” sorusunu aynaya bakarak kendimize sorabiliriz. 
Bu perdelerden kurtulmaya, farkındalığınla tefekkür etme yetini kazanmaya başla.
Ayetlerde etrafında olan bitenlerle bunun benim ile nasıl bir alakası var diye sorgula. 
Geçmişin hikayeleri değil onlar. 
Hz. Mevlana’nın dediği gibi Musa’da sensin Firavun’da.
İnanıyorum ki o zaman kimle olduğumuzun farkına varırız.
“Biz ona şah damarından daha yakınız.” Kaf 16-17
 

Yazıyı Beğen :     5
Paylaş :