GÖNLÜMÜZÜN KADRİ
GÖNLÜMÜZÜN KADRİ
HATİCE FAHRUNNİSA
Allah’ın sonsuz kudreti, yaratılıştan kaderin işleyişine kadar her şeyde görünür. Aklımızın alamayacağı kadar ince , tahayyül edemeyeceğimiz derecede girift fakat bir o kadarda spesifik bir şekilde bu kudret kendini farkındalık sahibi olan iman etmiş kişilere her an hissettirir. “Ol” emrinin gerçekleşmesini mümkün kılan Allah’ın kudretidir.
“Kadr”, aynı zamanda ölçü ve takdir anlamına gelir. Kâinattaki her şeyin ayarında yani dengesinde oluşunu anlatır. Yörüngelerin, zamanın, rızkın, ömrün ve aklımızın alamayacağı her şey takdir edilmiş bir ölçüye göre yürür. Ve her şey bu ölçü ile yaratılmıştır. (Kamer 49) Anne karnındaki bebeğin ne kadar orada kalacağı, yağmur damlalarının ne kadar olduğu, nefesimizin sayısına kadar her şey …
Elbette bu işleyişin tam olarak hakikatini bilemeyiz ve bilimle de açıklamak da zorlanırız insanoğlu olarak.
Gökyüzü dahi böyledir. Her yıldızın, her gezegenin yörüngesinde bir “kadr”, yani ölçülmüş bir payı, belirlenmiş bir konumu vardır.
Bir yıldızın gök küresi üzerindeki derecesi, bir gezegenin hangi burçta kaç derece ilerleyeceği bir kavuşumun etki süresi ve şiddeti bunların hepsine “kadr” denir. Mesela kavuşumun kadrini tayin etmek demek, o kavuşumun etkisini, şiddetini ve ne zaman gerçekleşeceğini belirlemek anlamına gelir.
Rivayetlere göre Yahudi bilginler, Tevrat’taki bazı işaretlerle birleşen göksel hareketlerden bir son peygamberin geleceğini anlamıştı. Hz. Peygamber’in doğduğu gece, gökyüzünde olağan dışı bir parlaklık ve bazı yıldız dizilimleri kâhinlerin dikkatini çekti. Bu yüzden Medine’de bazı bilginler “Peygamber çağı açıldı” yorumunu yaptı. Özellikle Jüpiter–Satürn kavuşumlarını büyük liderlerin doğuşuyla ilişkilendirirdi. Okudular, bildiler lakin inanmadılar.
Muhiddin İbn-i Arabi her şeyini herkesin haberini ve potansiyelini bilse de bilmese de inansa da inanmasa da bu mesabede yani bu ölçülerde yaşadığını söyler. Sünnetullâh’ın muazzam işleyişindeki bu kudret eli bize iç âlemimizin yankısını haber verir. Ancak bizim gönlümüzün kadrini belirlemez.
Güneş’in doğuşu kadar kesin olan bir şey varsa, o da insanın kendi hakikatinden kaçamayışıdır. Zira evrenin tüm hareketi, insana kendi merkezini hatırlatmak içindir. Her yıldız, bir bilincin kapısıdır. Her gölge, içteki bir eksikliğin işaretidir. Ve bizim tüm bunlardan anlamamız gereken şey, bu göksel işaretleri dışarıda değil, kendi içinde okumaktır.
Gökte dönen cisimler bizim kaderimizi yazmaz. Onlar sadece senin içindeki gerçeğin yankısını haber verirler. Felek döner, ama hüküm bizde tecelli eder. Gök neyi gösteriyorsa, onun kaynağı zaten bizim içimizdedir.
Yıldızların bize dayattığı bir gelecek de yok. Fakat bilincimize yansıttığı bir ayna var. O aynaya bakmaya cesareti olanların göreceği şey de ancak kendi hakikati olacaktır.
Zaman içinde her vakit bir etki alırız. Bu etkiler Allah’ın bir esmasının açığa çıkması içindir. Bu etki feleklerden gelmez ama biz onlardan okuruz ve haber alırız. Algımızı düzenler , davranışlarımızı hak olan dengeye getirmeye gayret ederiz.
Aslında okuyabilenler için bu işaretlerin hepsi birer ifşadır.
İnsan, içindeki karanlıkla yüzleşinceye kadar göğün işaretleri ona daima yabancı kalır. Ama kendine dönen biri için her yıldız bir kapı, her gölge bir uyarıdır.
Siz kendi merkezini kurduğunuzda göğün devranı bile sizi sarsamaz. Çünkü irade gökte değil, bilinci uyanmış insanın özündedir.
Gelelim şu çok endişe duyulan retrolar döneminde neler yapmamız gerektiğine…
Susmak şu dönemin ilk göze çarpan konusu. Fakat üzülmekten korkan yanımızla susmak değil bu . Kalbin sesini duymak için konuşan nefsi susturmaktan söz ediyorum. Söz bazen bilinci dışa dağıtır. Fakat tepkisizlik bizi merkeze çeker. Unutmamak lazımdır ki her provokasyon bizim kendimizi hatırlamamız için gelir.
Bir diğer konu yarım kalanlarla yüzleşme cesaretini gösterebilmek. Yarım kalan hiçbir şey bizi terk etmez sadece olgunlaşmamızı beklerler. Kendilik bilinci ise geçmişi inkâr değil ondan hikmet devşirmeyi öğrenmektir.
Enerjimizi korumamız gereken bir dönemdeyiz. Duygusal savurganlıktan uzak durmamız gerekir. Empatiyi denge ile yapmamız gerek, aksi muazzam bir kendini tüketme biçimidir.
Dağınıklığa izin vermeyelim. İçsel dağınıklığı düzenlemenin en güzel yolu da temizlikten geçer. Çalıştığınız masayı düzenlemek bile bazen içsel dağınıklığınızı dizginleyebilir. Temizlenen her alansa bir bilinç boşluğu açar ki doğru davranışı oraya yerleştirelim. Dağınıklık ise bize oranın neden dağıldığını durmadan anımsatır.
Olayların ardındaki hikmeti görebilmek her zaman mümkün olamayabiliyor. Bazen kırılıyor insan. Bu anlar bize marsın merkezine dön çağrısını anımsatmalı. Beden sarsılır, zihin karışabilir ancak merkez sağlamdır. Kırılan kabuğumuz, ağlayan nefsimiz. Kalansa özümüz yani merkezimizdir.
Ayın gölgesi kadar geçici , hakikat kadar kalıcı bir sancıdır yüzleşebilmek. Büyük cesaret ve doğruluk ister. Fakat yüzleşebilirseniz düşerken bile merkezinizde kalmayı öğrenirsiniz.
Hiçbir etki bize zulüm için gelmez. Bize kendimizi göstermek, potansiyelimizin yani istidatlarımızın yeşermesi, çiçek açması için gelir.
Gönlünüzün kadrini bulmanız temennisiyle…











Yorumlar