DÜDÜKLÜ TENCERE

DÜDÜKLÜ TENCERE
SERKANT DERVİŞOĞLU

Fark ettiniz mi bilmiyorum, bazen kendimizi çok sıkıyoruz. O kadar çok neden olabilir ki. Hayatımız türlü zahmetler, sorumluluk bilinci, kendimizi anlamsız derecede bir yere konumlandırma hamallığı, efendim ne bileyim, üzerimize vazife olmayan konular, şuursuz merak gibi ve kendimiz bildiğimiz rolü hakkıyla oynayayım diye düştüğümüz rezil durumu korumak için verdiğimiz anlamsız mücadele.
Sen yırttın dur küçük prens. İşin ne ki zaten? Kendin çalıyor, kendin oynuyorsun. Haliyle de yarattığın problemi fiyakalı hâle sokma yeteneğinde, ona göre başka olacak.
Bilemiyorum, hayattaki yolculuğumuzda kullandığımız enstrümanların tamamının bir araç olduğunu anladığımız gerçeği tabutumuz mu olacak? Öyleyse çok fena, onu da utanmayıp milletin omuzlarında taşıtıyoruz.
Ömür denen şey hakikaten çabuk geçiyor ve eşyaya ve kendi sahte duygularımıza olan bağlılığımız hiç geçmiyor. Enteresan bir paradoks. Kimse kolay demedi lakin bir şeyleri idrak edip zevkini varmadan göçüp gitme fikri de korkunç geliyor. Ne kadar daha yaptıklarını fedakârlık olarak görüp ve abartıcı ve depresif olacaksın? Senin yaşadıklarını yaşayamadık diye anlamadığımızı düşünüyorsun. Sence senin dışında insanların da kendine göre bir şey yaşadıklarını düşünmüyor musun? Etrafındaki diğerleri o an için mi var oldular?
Kontrolcü yapının seni nasıl bir hâle soktuğuna baksana. Eyleme geçme gücün yok çünkü geçmişinden besleniyorsun ve onları bırakmak zerre kadar işine gelmiyor. Unutmak istiyorsun ama o duygularınla eşya arasında gözüktüğüne inanıyorsun. Ben de olsam bırakmam dermişim. Çünkü hayal gücümle yarattıklarım beni daha özel kılıyor küçük prenses.
Velhasıl çoğu zaman dilimiz ve gönlümüz tam tersi hareket yapıyor. O kadar çok etken var ki, fark etmediğimiz gök taşları gibi, “Nereden çıktı bu şimdi?” Düşünsene her şey yolunda, gökyüzü olağan, bir şey yok. Ne bileyim, gezegenlerin hareketleri, açıları matematiksel olarak yerinde, öyle zaten de gözlem açısından söylüyorum. Ne olduğu belirsiz bir kara gök taşı ortalığı mahvediyor. Sanki duygusal patlamalarımız gibi. Birikmiş, yük ettiğimiz, zamanında konuşmadığımız hislerimiz ve beklentilerimiz gibi veya zamana bıraktığımız hesaplar adeta. Bir şey demeyeyim anlar zaten. Gerçi desen de anlamayan bir güruh var. Sesinin ona ulaşamadığını hissedersin. Allah yardım etsin.
Yatırım tavsiyesi: Anladıkları dil sevgiyle tekrar etmek ve bağırmak, ancak öyle anlarlar ve vazgeçmemek. Öyle ulaşabilirsin ona, normal konuşmalarda biraz çevrim dışı.
Tali yollara fazla dalmadan asıl mevzuma doğru yönleneyim. Haliyle insanın bu kadar şey yaşayınca kendisi olması yolunda sendelemiş olma ihtimali ya da sıkmaktan gergin bir hâl sergilemesi kuvvetle muhtemel. O kadar çok sıkıyoruz ki adeta patlayacağız. İçerideki basınç düdüklü tencere gibi, burada gözden kaçırdığımız buharı tahliye etme yetimizi kaybettiğimiz için. Sonra güm diye bir ses. Kırıp dökmeler, telafisi zor olaylar silsilesi.
Aslında derin farkındalığın ve tecrübelerinden ders alıp kendine yetebilen birisi olsan, işin inceliklerini gören, adaletli, işin sonunu getirebilen, sinirlerine yenik düşmeden, yumuşak huylu, meramına ulaşmış bir şekilde sonuçlar sana kâfi gelecektir.
Kafa karışıklığı paranoyak eder. Öyle mi, böyle mi? İnançlarımız ve duygularımızın karışıklığı, kendimizi serbest bırakmayacaktır. Bazen yolda yürürken bazı insanları görürüz, onlara deli veya yaşadıklarından ötürü akli melekesi yerinden gitmiş gibi bakarız, acırız. Onlar yolda yürürken takıntılı veya aşırı şüpheci, ya da durağan ya da tehlike içinde hisseden ya da inanılmaz rahatsız edici pislik içinde rahat görürüz.
Ya ben de yürüdüğüm bu yolda iddia ettiğim gibi dosdoğru mu gidiyorum yoksa bu saydığım rahatsızlıklar içinde olan insanlar gibi mi gözüküyorum? Çünkü bunlar bir yere gitmiyorlar, gidiyormuş gibi yapıp türlü sebeplerden sanki yürüyen merdiven tersine giden ama sürekli aynı yerde kalan varlıklar mıyız? Bindiğim yürüyen merdiven yukarı çıkacak diye bindim ama sürekli yarattığım etkilere sığınıp olduğum yerde kalmaya çalışan birimiyim yoksa.

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :