DURDUĞUN YER 
SERKANT DERVİŞOĞLU
 

Durduğun yer ne kadar sağlam yapılmış küçük prens? Kendi inşa ettiğin yapı ne kadar sağlam inşa edildi. Peki o yapıyı sen mi inşa ettin? 
Dikkatimi çekti; insanlar durdukları yerin çok sağlam bir yapı olduğuna kendilerini inandırmış ve oradan emin ve küstah bir şekilde konuşma özgürlüğüne sahip olduklarını düşünüyorlar. Keza ben de öyleyim, hepimiz öyleyiz; sanırım muhakkik olanlar hariç. Ya da her alanda olmasa bile, belli alanlarda muhakkik olanlar için öyle. Hepsinin ne demek olduğunu açıklayacağım, farkındayım, girizgahım şu anda havada duruyor.
Bizler, şuurlu ya da şuursuz, bir tekâmül süreci içindeyiz. Bu yolculukta, türlü türlü olumlu ve olumsuz olaylar silsilesi bizi bir yere getirir ve yola devam ettirir. O anlarda bulunduğumuz birikimlerin bütününden konuşuruz veya düşünürüz. Burada bir problem var. Bizler bu birikimlerden ne anladık, neyi fark ettik, ne dersler çıkardık? Veya bize neler dayatıldı, gerçek diye anlatıldı ve biz bunları kabul ettik? Bunlar üzerine çok düşünülmesi gereken şeyler. Özetle, çoğunu düşünmedik bile. Ne masaya koydularsa, keyfimize baktık; kiminin çok hoşuna gitti, kimi yüzünü ekşitti, kimi hiç dokunmadı, kimi aç kalmamak için yedi.
Ama bazıları doğuştan veya sonradan "Dur!" dedi, "Bu nedir?" diye düşündü ve kafa patlattı. Amaçları anlamaktı. Travmatik bir sürecin inkârı için yırtınanları kastetmiyorum, hakikatin ne olduğunu öğrenmek için ter dökenleri kastediyorum. Bu insanlar, toplumlar için tarih boyunca tehlike arz etmişlerdir, eğer kendilerini gizlemedilerse. Meydana çıkanlar ise kılıcı hep boynunda hissetmişlerdir, eminim. Ne zordur onlar için önce kendi dünyalarında bununla yüzleşmenin getirdiği derin acı ve ızdıraplı geceler. Ve bunca yıl bedenlerine vermiş oldukları, kemiklerine hatta kan hücrelerine kadar intikal etmiş toplumsal kodları tek tek mikroskopla inceleyen ve ayıklayan bir bilim insanı gibi dirsek çürütmüş bir mücahit edasıyla geçen bir ömür. Aman Allah’ım, empati bile yapmak istemiyorum, ne çile!
Özellikle isim vermek istemiyorum ama çevremde olsun, sosyal medyada birtakım insanlar bazıları için "Bu da ne sapıttı, tuhaf tuhaf konuşuyor" gibi sözler sarf ediyorlar. Amacım bu insanları temize çıkarmak değil. Sadece bakış açımızı, durduğumuz yeri bir gözden geçirmek için bu yazıyı kaleme alıyorum. Hayat, yukarıda bahsettiğim gibi, insanları o seviyeye kolay getirmiyor. Şimdi sen, nereden aldığını bilmediğim bir rahatlıkla Tanrı’dan almış olduğun temiz kâğıdıyla ortalıkta gezip ahkam kesiyorsun ya, sana söylüyorum küçük prenses. Devletten aldığın maaşla görevini ne kadar layıkıyla yapıyorsun? Onu senin vicdanına bırakıyorum. Din ve diyanet işleriyle uğraştığından ötürü ve etrafının sana verdiği pohpohlamayla sanki mafya babasının yanında duran asalaktan bir yanın yokmuş gibi kraldan çok kralcı bir edayla etrafında efelenip "Bu da sapıttı, deist oldu" gibi söylemlerle ahkam kesmen çok hoş değil, açıkçası.
Sen iş yerinde, ailende, etrafında bulunduğun çevrende, selam dairesinde bile başkalarının düşüncelerinin uydusu olmuş bir şekilde hareket ederken, hoş görünmek için yaptığın, kendi öz varlığına yaptığın saygısızlığa rüştsüz, hoşgörüsüz bir hal sergilerken, eldeki bulgurdan olmayayım diye Allah’ın sana bahşetmiş olduğu potansiyele ve adaletine ihanet ederken, kalben bile buz edemezken utanmadan sıkılmadan durduğun yerden ahkam kes.
Yılların acısını çekip "Bize neler öğretmişler?" diye bununla baş başa kalıp gözleri yaşlı Yaradan’ına sığınarak büyük bir cesaret göstererek ve kellesini koltuğunun altına alıp önce kendisine, sonra etrafına bunu söyleme özgürlüğünü hissetmek için bir haykırışla adeta Hallacı Mansur gibi sesini duyurmak başka bir hadise dostlar.
Durduğun yerin sağlamlığı bir depreme bakar. Bir sallar seni, aklın başından gider. Eğer hakikatten yana isen, sallanması çok büyük bir lütuf. O zaman anlarsın: Bina mı yıkıldı, çatlak mı var? Ya baştan yaparsın, inşallah ömrünün sonuna denk gelmez de erkenden sağlam bir temelle inşa edersin. Çatlaksa hemen onarırsın, eğer iyiyse kat çıkmaya devam edersin. İşte o vakit, miracın da mübarek olur.
*Resim: Parnassus (1900)   Henryk Siemiradzki (Polish, 1843 – 1902)

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :