EDEP ERKÂN
EDEP ERKÂN
SERKANT DERVİŞOĞLU
Anlatacaklarım biraz nostalji veya ütopik bile gelebilir. Açıkça söylemek gerekirse çok hassas bir konu. Kimilerine göre hayat memat meselesi bile olabilir.
Edep, uyanık bir insanın sürekli Rabbinin huzurunda olduğunu hatırlayarak yaşama biçimi aslında. Hal böyle olunca da etrafında gördüklerine yani bütün mevcudata karşı haddini bilen, tefekkür düğmesi sürekli açık olarak bu alemde seyr edebilmek gerekir.
Erkân ise insanın düşünce dünyasında gelişen bu zenginliği davranışlarına yani eyleme dökülmüş halidir.
Farkında olmadan bunlar toplumsal hassasiyetlerimizi de meydana getirmiştir. Ve çok önemlidir de. Gelenekler, töreler, âdetler gibi. Mantık dışı olanları ve insan nefsinin kirlettiği konuları kastetmiyorum.
Erkân direkler manasına gelir. Onun üzerine zahirde inşa ederiz düşüncelerimizi. Şunu da unutmamakta fayda var. Bazı kültürlerde hassasiyetler yer değiştirebilir.
Türklerde durum daha farklı. Arap coğrafyasına karşı İslam’la tanışan bu topluluklar varoluşsal süreçlerine iman ettikleri yeni dinle beraber kendi örf adetleri de katarak hassasiyet dereceleri artmış belki diğer dindar kardeşlerine göre kafir bile görünmüşlerdir. Bu çok tabi bir durumdur.
Din, toplumlar için çok etkili bir güçtür. Ama bir o kadar da bu toplumların kendi ananeleri de öyledir. Ne kadar ayrıştırmaya çalışsalar da onları ikisinden de kopmak istemez ve birleştirmek dürtüsünden kendilerini alıkoyamazlar. Hatta bu durum fıkıhçılar için “şirk, dinde bunun yeri yok, bidat” gibi sürekli duyduğumuz kelimelerle karşılarız. Bir bakıma bu örf ve adetler toplumu toplum yapan unsurlardır ve kendine has edep ve erkânları vardır.
Aklıma tuhaf sorular geliyor bunları yazarken. Velhasıl konuya dönecek olursak bir müslüman Türk ile bir Arap müslümanın edep anlayışlarında farklılar olabilir. Mesela bir İranlı için şeyhin huzurunda bacak bacak üstüne atarak oturmak normal iken bir Türk için bırakın şeyhin, evde babanın yanında bile oturamazsın. Büyük saygısızlıktır ama İranlıya göre çok normal. Erkânı bilemeyebilir ama onu edepsiz yapmaz.
İşin özünde edep konusunda kişi her canlıda onu yaratan ortak ve yegane olan Allah bilinci olduğu için her bir birime karşı davranışa geçmeden önceki düşüncesi o mesafede ve dikkatli olmakla mükelleftir aslında. Yani düşüncelerimize çok dikkat etmeliyiz.
Bu hassasiyeti çok ileri götürenler olmuşlardır. Özellikle Anadolu coğrafyasındaki bilhassa İstanbul Tekkeleri bu konuda ileri gitmişlerdir. Bana kalırsa cümlenin sonunda söyliyecektim ama başında söyleyeyim edep konusunda yer yer aşırıya kaçarak putlaştırmaya bile gidilmiştir. Kaş yapacağız derken Rabbi unutmuş bir hale gelinmiştir.
Bakmayın hayatın her alanında böyledir. Mana gider şekil kalır. Daha kolaydır ve gösterişlidir. Her topluluk böyle değil tabi. Lakin bu davranış biçimi çok ince, latif ve nahif bir hal almış. Bunun içine sanat bile dahil olmuş, toplumsal bir davranış haline almıştır. Adeta toplum yükselmiştir. Âdâb-ı muâşeret de buradan çıkmıştır. Dediğim gibi İstanbul tekkeleri de bu konuda büyük rol oynayarak o meşhur sözü “Edep Ya Hu” diyerek kişiyi âgah olmaya çağırmıştır.
“Ehl-i irfan arasında aradım, kıldım taleb,
Her hüner makbul imiş, illâ edep, illâ edep”
sözü, sûfîlerin hareketlerinde en mühim şiardır. Canlıya, cansıza -ki zaten onlarca her şeyin canı vardır- insana, hayvana karşı sûfî, daima edebi koruyacaktır.
Mesela kapı hızlı örtülemez, mümkün olduğu kadar sessiz örtülecektir. “Kapıyı kapat, kapattım” denemez. Allah kimsenin kapısını kapamasın, kapatmasın. “Kapıyı ört”, yahut “sırla” denecektir. Lambayı, mumu, elektriği söndürmek sözü, edebe aykırıdır. Kimsenin ışığı sönmesin. “Lambayı, elektriği dinlendirmek”, “sırlamak” sözleri kullanılacaktır. Elektriği yakmak gibi bir sözde de anlam bakımından iltibas vardır, bu sözler yerine “uyarmak, uyandırmak” sözü söylenir.
Hızlı konuşmak, birisi konuşurken sözünü kesmek, yahut bir başkasıyla konuşmaya kalkışmak, gizli konuşmak, kulağa bir şey söylemek, işaret etmek, bütün bunlar, edep haricidir.
Gezerken yere, ayak sesi duyurmadan basılacaktır, çünkü yerin de canı vardır ve bizi başının üstünde taşımaktadır.
Kapıdan içeriye girilirken, hele dışarıya çıkılırken arka dönülemez. Bunun için de ayakkabılar, dışarıya değil, içeriye doğru çevrilir; dışarıya çevirmek, git, bir daha gelme demektir.
Odadan çıkılırken de arka çevrilemez, uyuyan kişinin uyandırılması gerekirse, hafifçe yastığına, parmaklarla vurularak ve hafif sesle “Agâh ol erenler” denir, bu suretle uyandırılır.
Yatan, yastığını öpüp yorganıyla da görüşerek, yani üste gelen ucunu öperek sağ yanına yatar; kalkarken de böyle kalkar.
Bir şey alınır, verilirken mutlaka onunla görüşülür, yani hafifçe bir yanından öpülür yahut öpülür gibi dudağa götürülür.
Yemek yenirken ağız şapırdatılmaz; çay, kahve içilirken ses çıkarılmaz. Fincan, kadeh, tabağa konurken görüşülerek ve ses çıkarmadan konur; alınırken de görüşülerek alınmıştır zaten.
Gülerken kahkaha, edebe aykırıdır. Bir yere gidilip makam sahibiyle görüşüldükten sonra yerine diz çöküp oturana makam sahibi “Aşk olsun” deyince gelen kişi, yere şükür secdesi eder ve “Eyvallah” der. Kalkarken de öyle kalkar.
Hasılı tasavvuf ehli, her halini daima gören, bilen sahibinin, Rabbinin murakabası altındadır; bu yüzden de her hususta edebe riayet etmesi şarttır.
İktizâ ederse sûfî, mürşit, yahut tarikatte ulu tanınan birisi tarafından “Edeb Yâ Hû” diye uyandırılır. Hemen her dergâhta da ta’lıyk, yahut Celi sülüsle yazılmış bir “Edeb Yâ Hû” levhası bulunur. (Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri – Abdülbaki Gölpınarlı [Inkılap Yay.] Yıl 2004)
Bu gibi örnekler çoğaltılarak verilir ki bir çoğunu duymuş, okumuş olabilirsiniz. Burada önemli olan Rabbinle olan muhabbetin onun nazarıyla bakmaya çalışmaktır ki, inanın başta sizi ve sonra çevrenizi değiştirir.
Edepli insan hihmet ehlidir
Edep bütün iyiliklerin ve vesilelerinin toplamı
O'nun niteliklerini yarattıklarında görürsen
Her birinin sende bir yeri vardrr
Onlardan uzaklaşma, sen onun ehlisin
Hak dilediğini verir ve engeller
Allah ehlinin edeplileri hepsinin hayırlılarıdır
Bu nedenle onları görürsün
Fayda ve zarar verirken
Tıpki nazik insanın onların yaptığını iyi görmesi glbi
Kendisi ise yaptığını nahoş bulur *
*Fütühat-ı Mekkiye 8.Cilt 168. Bölüm
Yorumlar