İŞGAL ATINDA KALMAK

İŞGAL ATINDA KALMAK 
SERKANT DERVİŞOĞLU 

İnsanlık tarihinde toplumların ve insanların kırılma anları vardır. Gitti denen maçın dönmesi gibi. Burada sadece kazananın değil kaybeden içinde bir kırılma anı olur şüphesiz. Tek farkı  yaşama tutunanların ayakta kalıp ders aldığı olaylardır bu kırılma anları. 
İşgal travmasından çıkamayan nice adı sanı kalmamış, tarihin sayfalarında isimleri kalmış yada kalmamış nice imparatorluklar, devletler, siteler, obalar ve niceleri… 
Hakikaten insanın psikolojisini çok zorlayan sık sık cinnet hali geçirme, bunalıma girme , kimliğini kaybetme, en önemlisi hayat memat meselesi haline gelen yıpratıcı bir durum.  
Topluluk halinde hareket etmenin korkutucu sonuçlarının bilinci sizi dahada hareketsiz bırakması da cabası. 
Göz yummanız, kafanızı toprağa gömmeniz, ses çıkaramamanın yarattığı boğaz düğümlenmesi ve göğüs sıkışmasıyla gelen panik ataklar...
Sizi olduğunuz yerde bile kendi kendinizi yok etmenize maruz bırakması. 
Hayal etmesi bile korkunç ama her toplum mikro veya makro bu tür duruma maruz kaldı. İşgalci zihniyetler tarafından kendilerine göre haklı sebeplerinden ötürü stratejisine engel oluşturanlar için kültürel veya askeri şekilde işgal ettiler. 
Sistematik bir şekilde güç uygulayarak, korkutucu, ümitsizleştirme, inanç sarsma, gurur kırma, cesaret kırma, ekonomik, dayanışma yoksunluğu, birlik düşüncesini yok etme, kültürel erozyon, korkutucu şekilde şiddete başvurma gibi amaçlarına uygun ve karşılaşılan tepkiye karşı uygulanacak yöntemlere başvurdular. 
Zayıf, cesareti kalmayan, inancı ve yaşama sevinci kalmamışlar yok oldular. Bu yanlış bir şey değildi elbette, elinden o kadar geliyordu belki de. Onlarda istemezdi buna maruz kalmak. Ama bazıları için  kökleri ve yetiştirilme tarzıyla ölmek, asude bir bahar ülkesiydi onlar için. Normal bir insanın anlayacağı bir şey değildi bu. Kanlarında akan açıklaması zor, belki efsanelere konu olacak şekilde kutsallaştırılarak anlatılacak bir şeydi. Her ne anlatılırsa anlatılsın bu gerçeği kimse değiştiremedi.  Bunların en önde gelenlerin bir tanesi de Aziz Türk Milletiydi. Tarihte bu kadar şehit veren başka bir millet var mıydı bilemiyorum.
Bizler de işgal altında kalırız toplum nazarında olmasa da çevremizdeki insanlar tarafından işgal ediliriz. Bizim üstümüzde asimilasyon, duyarsızlaştırma, köleleştirme gibi birey olma hususiyetlerini kaybettirecek hallerde bulunurlar. 
Duygusal manipülasyonlar, şiddete başvurma gibi minör ve majör olmak üzere az veya çok işgale maruz kalırız. Arkadaşlar, aileler, kardeşler çiftler birbirlerini işgal ederler. Kendi konfor ve menfaatlerini korumak ve daha fazlasını elde etmek ya da daha sapkınca narsist bir şekilde sözlü ve fiziksel şiddete başvurarak da bu korkunç duruma maruz bırakırlar. 
Anne ve babanın evlatlarına düşünce dünyalarına ve onların birey olduklarını umursamadan onların üstünde mutlak hakimiyet kurmaları da dahil. İlla bunu kötü niyetle yapmasına da gerek yok. Sevgisinin kontrolsüz uygulanışı da çocuklar üstünde bir işgal dir. 
Sanırım birde kendi kendimizi işgal etmemiz var. Beni en çok korkutan da budur. Farkındalıksız yaşayıp, potansiyelimi ortaya çıkarmamak için ama tembelce ama istikrarsız ve disiplinsiz şekilde ama kibirli yaşayarak öz potansiyelimi işgal ediyorum. Korkunç emperyal güçler gibi. 
Nefsinize zulüm etmeyin derken nefsimizi işgal etmiyor muyuz ?
Onu prangalara vurmuyor muyuz? 
Çıkarlarımız ve dünya hayatına haddimizi aşacak şekilde meyil etmemiz de işgal değil mi?
Her ne olursa olsun ayakta duranların bir kırılma noktası var. Yeter dediği, gemileri yaktığı, artık hayatıma özgür bir şekilde yaşamak için elimden geleni yapacağım dediği an…
Sıfırdan başlamayı göze aldığı umutların yeşerdiği, kolay olmayacağını ama dimdik durabileceğini bilen…  
En zoru da o kararı vermen. 
Verdikten sonra arkana bile bakmadan senden kalanlarla çıktığın yol, ebedi yolculuğundur.  
 

Yazıyı Beğen :     1
Paylaş :