KAYBOLMAK
SERKANT DERVİŞOĞLU

İnsan bazen kaybolmuş hissediyor. Hele bir de alışık olmadığı bir koşuşturmanın içine dalınca. Kontrolsüz bir şekilde cereyan eden hadiseler karşısında, bir anda yağmur gibi yağıyor her şey. Bu bir şikâyet değil, bir tespit niteliğinde olaylar silsilesi. Allah’a şükür, çok memnunum, ayrı konu. Ne kadar şükretsek az. Burada tehlikeli olan, Hak gibi gözüken olayların içinde Hakk'ı unutmak doğrusu. 
Bu nasıl bir paradoks, değil mi? Bir yerden sonra, insan kendisinden bilmeye ve bedende rahatsızlığa sebep veren bir vaka haline geliyor.
Genel nefs terbiyesi, kötü şeylerin insanı Hakk'tan mahrum bıraktığı yönünde ve doğru. Ama sadece kötü şeyler değil; Rahmanî gibi gözüken, hatta ibadetler bile insanı Hakk'tan alıkoyabilir. Siz yaptığınız iyiliklerden, hayır işlerinden, yere göğe sığmayan tevazunuzdan, hayvanların her ihtiyacına koşmaktan, sizi parmakla göstermelerinden, sürekli sizden hüsn-ü zanla bahsetmelerinden duyduğunuz iç mutluluklardan övünç duymanız, içsel ve dışsal olarak artık kendinizden "ben" diye söz etmeniz—aslında sapına kadar kibirden bahsediyorum, bu kadar uzatmam ondan.
Bir yerden sonra kendin olamaman ve buldum dediğin yerde gerçek bir kayboluşa doğru sürüklenmen... 
Sanıyorsun ki geminin kaptanı sensin. Ama kontrol, deniz ve rüzgârın elinde olan bir okyanusta yolculuk yaptığını, artık yıldızların bile sana fayda gösteremeyeceği bir hiçliğe doğru gittiğini ne zaman fark edeceksin?
Gel, vazgeç sevgili dost. Mezarlıklar vazgeçilmezlerle dolu. Allah için silme o güzel gözyaşlarını, hıçkıra hıçkıra ağla. 
Nice baharlar gelecek, kaçırma o mis kokan gülleri. Duymak istemez misin kendinden geçmiş bülbülleri. 
Ya da bir hasret uğruna göç eden leylekleri?
Kaybolmuş biri ne işe yarar, cancağızım? 
Gaflet kokan gönlünün ibadetinden de hayır gelmez. Nasıl gelsin? Sahte bir Tanrı edinmişsin, o Tanrı da seni motive ediyor. Bütün kurguyu senin hazırladığın tatsız tutsuz bir konfor alanında, Hint yemeği gibi baharat basmışlar, ne olduğu belli olmasın diye. Sorsan körili tavuk! Ama yerken havan bin beş yüz. "Nasıldı?" diyor, "Harikaydı." Diyorlar ya, bu işin ahireti var, bu yemeğin de çıkacağı bir zaman var. Görürüm senin ıstıraptan akan gözyaşlarını. Neden? diyorlar, Aşk’tan... İnşallah "baharat" diyecek halleri yok tabii, küçük prens.
Dönem dönem bu haller olur; ümidim daimi olmasın, kendinize bir hatırlatıcı bulmanız lazım. Hemen geri vites yapmak için uyanık olmalısınız; düştüğünüz bu gafletten çıkmak için. Hayatınız için çok önemli. Modern yaşamda ajanda tutulur, hatırlatıcılar telefona kurulur; boşuna değil, atlamamak ve tamamen gözden kaçırmamak için. Hz. Ömer, bir kişiye sürekli ona ölümü hatırlatmasını söylüyor. İşte burada kendilik bilinci ve derin farkındalığın, yani kendini tanımak için verdiğin emeklerin meyvesi bu şekilde çıkabilir. 
Sen böyle hadiseler olduğunda kendinde nelerin değiştiğini, farklılaştığını anlıyorsan tedbir alman ve kendine çeki düzen vermen çok önemli. Kendin olmak için çıktığın bu yolda seni engellemek için türlü türlü düşmanların olacak ve bu düşmanlara kulak verip itibar ederek sahiplenip onaylamak maalesef bizim yüzümüzden. O yüzden, içsel ve dışsal gelen bu düşmanlarla mücadele edecek kuvvetli bir bağışıklık sistemimiz olmalı ki rahatça üstesinden gelip özgürleşelim. Yoksa yedi cihanda nasıl at koşturup savaşacağız? Unutma ki bu savaş hiç bitmeyecek. Huzurlu, mutmain bir kalbe ulaşmak istiyorsan savaşa her zaman hazır olmalısın.
O’nsuz geçen bir hayat... O’nsuz geçen bir an... O’nsuz...
*Resim: Paradise Lost; Adam and Eve Driven out of Paradise (1824) John Martin (English, 1789-1854)

Yazıyı Beğen :     2
Paylaş :