KAZA VE KADERE İMANDA KAFA KARIŞIKLIĞI

Kısa bir süre önce birkaç genç dostumuzla sohbet etme fırsatım oldu. Sohbetin sonunda anladım ki; biz, bırakın evlatlarımıza bu kavramı vermeyi henüz kendimiz dahi “kadere iman”ın tanımını yapıp gereği haliyle yaşamamışız. 

Sen yine aşkı yaz dediler.   “Aşk olsun” dedim. Hem de öyle bir aşk olsun ki akıl menzilinden şefkat ve şükür pınarları fışkırsın da kurbiyet yani yakınlık hasıl olsun.

İnsanoğlu işte. Anlam bulma çabası içinde. Karşılaştığı her olay insan için bir mânâ teşkil etse de yaşadıklarının tümünü anlamlandıramaz. Fakat bunu başarmayı ister.

İmanî yönden güçsüz kişiler genellikle anlamadıkları olayları tabiatüstü varlıklara yükleme eğilimi gösterir. Bu şekilde kendilerini tatmin ederler. “Şansım yaver gitti” gibi… 

Allah’a gerçekten iman etmiş müminler ise yaşadıkları ve mânâ yükleyemedikleri olaylar karşısında hayatın akışındaki hikmet ile bir ilişki kurup, bu ilişki üzerinden kurdukları algıyla hayatlarını şekillendirerek tefekkür üzere yaşarlar. 

Aslında her ne kadar anlama yönelik konuşmuş olsak da iman ile duygu, düşünce ve davranışları üzerinde etkili olan bir kavramdan bahsediyoruz. 

Olayın sorumluluğunu almak bile tek başına kişinin iradesinin var oluşunu kendisine hatırlatır. Sorumluluğunu alan kişi ona kendi hayatıyla ilgili bir anlamlandırmaya referansı veren “Kader ve Kaza” inancı ile onun hayatın zorlukları karşısında potansiyellerinin farkına varmasını sağlar. Kendilik bilinci oluşur ve kendini gerçekleştirmesi için var olan imkânlarını kullanır. 

Kendince daha anlamlı bir yaşama sahip olan birey de aslında psikolojik açıdan hemen yıkılıp sarsılan yahut öfke ve egoizme varan halinden de kurtulur. Dengeyi bulur. Yani kendine merhamet eder. Bunu yaparak adaleti sağlar. 

Günümüzde “Psikolojik iyi oluş” dedikleri durum da budur.  Yaşamda karşı karşıya kalınan varoluşsal durumları yönetme olarak da ifade edilen psikolojik iyi oluş, sahip olduğumuz Allah’a iman ve kadere iman ile de bu anlamda ilişkilidir. 

Kader, sözlükte "ölçü, miktar, bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak ve belirlemek" anlamına gelir. Terim olarak ise" Allah'ın, ezelden ebede kadar olacak bütün şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ezelî ilmiyle bilip sınırlaması ve takdir etmesi" demektir. Allah'ın ilim ve irade sıfatlarıyla ilgili bir kavram olan kader, evreni, evrendeki tüm varlık ve olayları belli bir nizam ve ölçüye göre düzenleyen ilâhî kanunu ifade eder.

Sözlükte "emir, hüküm, bitirme ve yaratma" anlamlarına gelen kazâ ise, Cenâb-ı Hakk'ın ezelde irade ettiği ve takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince, her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Kazâ Allah'ın tekvîn sıfatı ile ilgili bir kavramdır.

Burada en önemli nokta “tekvin” sıfatıdır. Varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah'ın var etmesine bağlı olan varlıklara etki eden bir sıfattır. 

Tekvin; ilim, kudret ve irade sıfatlarından farklıdır. 

Tekvin, yaratmak ve rızık vermek gibi fiilî sıfatların merciidir. Yani kesin yargının verilmesi için başvurulacak ilgili yerdir ve ilim, irade ve kudreti kapsar.  

Tekvin yaratma değildir. Çünkü yaratma kudrete ve iradenin dahli ile zaten söz konusudur ve başka bir sıfata yaratmak için gerek kalmaz.  

En çok tartılşılan mevzulardan bir tanesi de kadere iman konusunun içinde yer alan hayrın ve şerrin Allah’tan olması hadisesidir. 

Allah kulunu irade etmek üzere yaratmıştır. Kul istediğin seçmekte özgür kılınmıştır. Bu da Allah’ın tek yaratıcı olduğunun ve kudretinin kesin bir ifadesidir diyebiliriz. Konu ile ilgili birkaç âyete göz atalım. 

“Gökyüzünde ve yeryüzünde olan ne varsa hepsi Allah’dan ister. Allah, her gün bir iştedir.” (Rahmân Sûresi âyet 29)

“Hak olan her şey Allah’tandır; artık isteyen iman etsin, dileyen iman etmeyip doğru yoldan sapsın.” (Kehf Sûresi âyet 29)

“Sizden isteyen öne geçer veya isteyen de geri kalır.” (Müddesir Sûresi âyet 37)

İnsan bir işi gerçekleştirmeyi isteyip onu irade etmişse o ancak Allah’ın izin verdiği kadar gerçekleşebilir. Allah’ın izni ve dilemesi olmadan insan ne yaparsa yapsın istediği gerçekleşmez. Eğer Allah, insana irade ve yetki verip her istediklerini yapmış olsaydı Sünnetullahın bir hükmü kalmazdı. 

Eğer her insanın kendi dilediğini gerçekleştirme yetkisi olsaydı bu gibi olumsuzlukların önüne geçilemeyecekti. Bu sebeple âyetler, insanın irade eden, Allah’ın ise bu istekleri yaratan olduğunu bizlere bildirmektedir. 

“Yüce Yaratıcı kime yol gösterirse, gerçekten doğru yola ulaşan odur. Allah’ın sapıklık içerisinde bıraktığı insanlara gelince, işte büyük hüsran içinde olanlar da bunlardır.” (A’râf Sûresi âyet 178)

Bu âyette, hidayete erdirme ve saptırma Rabb’in eylemleri olarak anlaşılabilir. Allah’ın onları sapıklık içerisinde olanlar diye hükmetmiştir. Her ne kadar insana ait eylemler de olsa Allah’ın insanı doğru yola erdirmesi ve sapıklığa sevk etmesi Allah’ın yaratmasıyladır. Ancak Allah’ın insana irade hürriyeti vermesi ve bunun sonucunda da insanın seçtiği eylemi yaratmayı da kendi üzerine gerekli kılmıştır. 

Yani merhametler merhametlisi Rabbimiz, insan dilemedikçe kulunu sapıklığa ya da kötülüğe sevk eden eylemleri yaratmaz. Kul kendi iradesi ve seçimiyle doğru olanı yapmayıp yanlış olana yönelerek sonucunda kendi yolunu seçer ve Allah da o yönde eylemleri yaratır.

İslam İnanç Esaslarının kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir ve kader kavramı kâinatta var olan kanun ve yasaları bizlere anlatır. Ayrıca bu yasalar içerisinde, insan eylemlerini seçmede özgürdür. Ancak insanda bu yasalara tabidir. Yani kader düzen ve sistem anlamına gelir ve kaderin iç yüzünü bilen sadece Allah’tır.

Kader ve insanın özgürlüğü konusunda yanlış anlaşılan bir konu daha olduğunu düşünüyorum ki o da ilim sıfatının farklı algılanışıdır.  

İlim sıfatı Allah’ın zatında gizlidir. Ancak Allah bu da Allah’ın insan eylemlerine müdahale ettiği anlamını meydana getirmiştir. Fakat Allah’ın insanın hangi eylemi seçip işleyeceğini biliyor olması, seçilen eyleme müdahalesi olduğu anlamına gelmez. Eğer eyleme herhangi bir müdahale olmuş olsaydı o zaman insanın sorumlu tutulmasının da bir anlamı olmazdı. Bu durumda Allah’ın sorumlu tutulmayan bir durumdan dolayı kuluna ceza ya da mükafat vermesi ilahi adalete de ters düşer. 

Allah insanı dünyada başıboş bırakmadığını âyetlerinde bildirmiş. Hatta sürekli kulu ile...

Ancak kul nerede kim bilir?

İnsanın özgür oluşu Allah’ın onu yalnız bıraktığı anlamına gelmez. O sürekli kulu ile ilgilenir ve bu Allah’ın adaleti ve sünnetullah çerçevesinde gerçekleşir. 

Sonuç olarak Allah ile insan arasındaki bu ilişki göstermektedir ki Allah, insanın özgür bir şekilde istediği fiilleri ilim sıfatı ile bilmektedir. 

İlahi irade ve kudret eylemleri belirlemez. İnsan tarafından seçilen eylemler var olan düzen ve ölçüye uygun şekilde Allah tarafından yaratılır ve Allah ile kulu arasındaki ilişki böylece devam eder gider 

Vesselam

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :