MERKEZE DOĞRU
HATİCE FAHRUNNİSA

Merkezlenmek, içsel huzurla karıştırılan o sahte sükûnet değildir. Dağılmamış bir benliğin kendi ağırlığını taşıyabilmesidir. Rüzgâr nereden eserse essin, senin yönünü dışarısı değil, içeride kurulmuş bir hakikat terazisi belirler. Merkezlenmek, o teraziyi kurmak, kalibrasyonunu kendin yapmak ve onu kimseye emanet etmeme bilincidir.
İnsan ne zaman merkezden uzaklaşır?
Cevabı kişiye ve vakte göre değişse de genel anlamda şunları söyleyebiliriz. 
Kendisinden ödün verdiğinde, içinden gelen sesi bastırdığında, başkalarının gözleri için şekil değiştirdiğinde ve bir topluluğa, kişiye, ideolojiye, işine, sevdiğine ait olmak için eğilip büküldüğünde merkezinden uzaklaşır.
Merkezlenmek, işte bu eğilip bükülmelerin reddidir. Bu sadece bir dik duruş değil; eğriliklerini bilip onlara hükmedebilme iradesidir.
Merkezlenmiş insan kusursuz demek değildir, yanlış anlaşılmasın. Ama o, kendi çarpıklığını tanır, tanımlar ve bunları dizginler. Onu sağlam kılan ise bu metin davranışıdır.
Merkez, sadece bir yer değil, bir karar noktasıdır. 
“Ne olursa olsun kendim olmaktan vazgeçmeyeceğim, bana verilen görevi hakkıyla yerine getireceğim ve durumla yüzleşeceğim.” kararının şuurla alındığı yerdir. Merkezde durmak dediğimiz o karar noktası, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hayatında defalarca yaşanmış, bedelleri tereddütsüz ödenmiş, içten gelen o hakikat muhteşem bir sadakatle örülmüştür. Peygamberlik geldiğinde Hz. Muhammed (s.a.v.), tüm Mekke’nin inanç sistemine, kültürüne ve çıkar ilişkilerine karşı tüm karşı saldırılara karşı metanetle duracağını biliyordu. Kureyş’in ana ticaret ekseni putlar üstüne kuruluydu. Ailesinden dışlanmayı, toplum tarafından reddedilmeyi, hatta canının tehlikeye gireceğini bilerek göze aldı. Ama kendini inkâr etmedi. Toplumun tüm fertlerini şirk düzeniyle yüzleştirmeyi seçti.
“Sana emrolunanı açıkça söyle, müşriklerden yüz çevir.” (Hicr, 94) ayeti gelince, akrabalarını Safa tepesine toplayarak, “Size şu dağın arkasında bir ordu geliyor desem inanır mısınız?” diye başlayan o meşhur çağrısını yaptı. Onlar alay etti, reddetti, içlerinden amcası Ebu Leheb bile onu aşağıladı. Ama O, hakikatin merkezinde kaldı. Cesurca yüzleşti ve yüzleştirdi.
“Sevilmemek pahasına da olsa gerçeği söyleyeceğim, susmayacağım” dediğimiz yerdir merkez.
Mekkeliler, peygamberimize “gel uzlaşalım” dediler. “Bir yıl sen bizim ilahlarımıza ibadet et, bir yıl biz senin ilahına.”
Cevap sertti, netti, asla eğilip bükülmemişti: “Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kafirun, 6)
Bu cevap suskunluğu değil, menfaatine tapınanlar tarafından sevilmemeyi göze alan bir doğruluğu temsil ediyordu. O, şirke bulaşmış halkının sevgisini değil, hakikatin gereğini tercih edenlere gerçeği eksiksiz söylemeyi tercih etti.
Burası “Rabbimden ve kendimden utanmamak için yalnız kalmayı göze alırım” dediğin o iç sessizlik noktasıdır.
Peygamberimiz Mekke’den sonra, yeni bir umutla Taif’e gitti. Halkı hakikate çağırdı. Ancak çocuklarına taşlattılar O’nu. Daha çok aşağılamak için. Daha çok yaralamak için. O (sav) sessizce duvar dibine çöktü. 
“İlahi! Güçsüzlüğümü, çaresizliğimi ve halk nazarındaki zayıflığımı yalnızca sana şikâyet ediyorum…” diye dua etti. O anda Cebrail’in geldiği söylenir. Dağları emrine vermeyi ve o kavmi helak etmeyi teklif eder. Ancak peygamberimiz öfke yerine sadakati seçti. Belki bir gün onların soyundan hakikate sarılanlar çıkar diye.  Bu, yalnızlıkta bile merkezde kalmaktır. Olan bitene rağmen iç sesi boğmamaktır.
Ve bu karar kolay alınmaz. Çünkü merkez, bize konfor sunmaz.
Merkez, kendine ve Rabbine sadakat ister.
Merkez, yangının ortasında eğilip bükülmeden taş gibi yerinde kalmayı ister.
Merkez, kimse anlamasa da doğruyu söylemeyi ister. Sesin titrerken bile…
Merkezlenmek; varoluşunun sorumluluğunu almandır.
Kim olduğunu, neye inandığını, nerede durduğunu bilip bununla yaşamayı seçmendir.
Çünkü dağınık insan kolayca yönlendirilir. Merkezsiz insan kolay kaybolur.
*Görsel : Young Woman Reading (c 1880) Osman Hamdi Bey (Turkish, 1842 – 1910)

Yazıyı Beğen :     1
Paylaş :