ACINASI ÖRÜMCEK NARSİST


ACINASI ÖRÜMCEK NARSİST
SEVAL YILMAZ

Muhtemeldir ki başlığı görür görmez aklınıza hemen 7’den 70'e geniş hayran kitlesine sahip bir çizgi roman kahramanı “Örümcek Adam" gelmiştir. Hatırlamayanlar için kısa bir özet. 
Peter Parker hayatının erken yaşlarında ailesini trajik bir kazada kaybetmiş; halası ile eniştesinin yanında büyümüş, son derece sessiz, sakin, bazı özgüven sorunları olan ve çoğunlukla mutsuz bir gençtir. Okul hayatında akran zorbalığı ile başa çıkmakta zorlandığı gibi, sırf duygularını ifade edemediği için kavuşamadığı platonik yârini de okulun en popüler delikanlısına kaptırıvermiştir. Okul gezisi için gittiği müzede bir denek örümcek tarafından ısırılınca mutasyona uğrayan Peter, aniden içinde oluşan karşı konulmaz "duvarda tırmanma", "damdan dama atlama", "sağa sola ağ fırlatma" gibi garip istekleri ve elde ettiği üstün algılama yeteneği sayesinde artık eyleme geçebilmeye başlar. 
Örümcekvâri yeteneklerin yanı sıra artık müthiş düzeyde özgüvenli ve esprili bir karaktere de bürünmüştür bu kişi. Peki bir denge hali var mıdır bu arkadaşın? Hayır. 
İşin ilginç yanı ise Örümcek Adam, kazandığı bu yetenekleri giyindiği özel kostüm ile açığa çıkardığı gibi, günlük hayatta ise yine o sessiz ve pasif Peter’e dönüşmektedir. 
Bir konuda yardıma ihtiyaç duymayagör, ânında burnunun ucunda biter. Ellerindeki ağsı salıngaçlarla (bu kelimeyi ben uydurdum) seni sarmalayınca göz açıp kapama süresinde bir gökdelenin püfür püfür tepesinde buluverirsin kendini. Bir de bakarsın ki oracıkta tek başına kalakalmışsın. Neden mi? Çünkü bir sebepten süper kahraman depresyona girip tüm kostüm ve maskelerinden sıyrılmıştır da kimse tarafından görülmeyecek bir köşeye kendini atıvermiştir. Ehh süper müper,  sonuçta o da bir insan değil midir?
Pek çok kişi tarafından sevilen kahraman, serinin bir bölümünde içindeki olumsuz duygularla beslenen, fakat bu sefer kötü huylu bir karaktere daha dönüşmeye başlar. Sağa sola dehşet saçan bu canavarın nereden nasıl geldiğini, hatta niçin bu şekilde davrandığını anlamak neredeyse imkansızdır. 
Düşününce çok da yadırganamaz bir durum aslında. Nihayetinde herhangi bir haşere tarafından ısırılmanıza gerek yok, bir narsist tarafından öpülseniz dahî süper paranoyak düşünme yetenekleri olan bir yaratığa dönüşmeniz mümkündür. Hem de siz bir prens ya da prensese dönüşme hayali kurarken. Evvelâ sınırsızca sunulan ilgi ve şefkat bombardımanı ile bilinciniz derhal felç olur.  Bu hep özlemini çektiğiniz ve alışkın olmadığınız konforun tadını çıkarmaya çalışırsınız. Öyle ki kendinizi bir masalın parçası gibi hissedip, evet evet belki de bir süper kahraman zannedersiniz. .
Yavaş yavaş, size fark ettirmeden tüm şifreleriniz ele geçirilir ve keşfedilen zaaflarınızın kullanma kılavuzu yazılıp kasalarda saklanır da bilmezsiniz. Ancak varlığınıza ya da değerlerinize yöneltilen acı verici bir müdahaleye karşın " itiraz etmeniz ya da eleştirmeniz" gibi bir acil durum vuku bulacak olursa, o hengamede ortaya çıkarılan bu kara kutunun açılması ile yediğiniz tokat sizi bir anda uyandırabilir. Uyandığınızda da fark ettiğiniz manzara içler acısıdır. Bir dakika önce harikalar diyarında hoplaya zıplaya gezerken ansızın geçilen bu paralel evrendeki rolü anlamak ise acı gerçekle yüzleşmekten başka bir şey değildir. 
Bu uyanış ile birlikte onun ustaca müdahaleleri sayesinde etrafınızdaki o "işe yaramaz", "beş para etmez" ya da "menfaat düşkünü" ve "sizin için tehlike arz eden" "gereksiz" insanların da etrafınızdan uzaklaştığını fark edersiniz.
 Nihayetinde sizin rahatça ve ritmik nefes almaya devam etmeniz demek onun için büyük tehlike demektir ve etrafınızda ondan başka kimse bulunamayacağı ve asla özgün bir istikametiniz olamayacağı gibi tüm dünyanız da yalnızca ondan ibaret olmalı. Çünkü o sizi, "sizin ona layık olduğunuza kanaat getirmekle" şereflendirmiştir ve bunu hak etmek için tüm gücünüzle mücadele etmelisinizdir. 
Sevgi ve ilgi bombardımanı siz bağımlılık seviyesinde bağlanana kadar devam eder ve narsist örümcek ağlarını öyle bir ustalıkla örer ki, "bir dakika ne oluyor yahu??!" diyecekken yeni bir ağ fırlatıp sizi susturuverir.  Çünkü en şirin kostümünü üzerine geçirmiş bu kurtarıcı karakterler, sahip oldukları o üstün sezgileriyle kurbanının en savunmasız ânını ustalıkla yakalayıp, kabuk bağlamış yaralar üzerinde gizlice ya da açıktan hararetle çalışmaya başlar. Öyle ki kurbanın tüm bedeni örümcek ağıyla sımsıkı sarılıp da kıpırdayamaz hale geldiğinde ise artık sofra kurulmuştur.  
 Halbuki en başta yaşanan o muhteşem durumun sürekliliği, daha sonraları tüm o yaşanmış latif duyguların bedelini ödemek için yoğun mesai harcanması ve "statünün korunması ya da daha ileri seviyeye taşınması" hususunda azamî gayret gösterilmesi ile mümkündür.
Bu arada hasıl olmuş, olmakta ve olacak olan her türlü sıkıntılı durumun da sebebi ve suçlusu olarak hakkında verilen hükümler sanık sandalyesinde sessizce dinlenip, her kabahatin sahiplenilmesi gerekir. 
Aslında bu resme biraz dikkatli bakınca, kurban olmak da zor be kardeşim! Nihayetinde kimse bir örümcek tarafından ısırılmaya hazırlıklı değildir.  Ayrıca olaya karşı tarafın penceresinden bakacak olursak, onun durumu da pek vahimdir. Meselâ kim kötücül sonuçları muhtemel bir kimyasalın bedeninde denenmesini ya da diğer bir deyişle başkasının yüzleşemediği acı tecrübelerinden sorumlu tutulmayı ister? 
Sözgelimi sistematik olarak suçlanarak ya da hakaretlere maruz kalarak zehirlenmiş bir ruh nasıl potansiyelini açığa çıkarıp dengeye gelebilir ki?
Belki de insanın kendine dair bir farkındalığa veya doğru bilinç seviyesine ulaşması halinde içindeki zehri bir başkasına aktarmak yerine şifaya dönüştürmesi de mümkün olabilir. 
Travmaların insan üzerinde oluşturduğu stres,  travmadan kurtularak bir üst basamağa çıkmayı kolaylaştıran bir güç sağlayabilir. Bu gücü özgürce kullanmak ya da bir konfor alanı olarak oluşturduğu bu "mağduriyet sınırları içinde hapsolup" görmezden gelmek kişinin kendi seçimidir. Tabiri caizse "mağdur edebiyatı" olarak da adlandırılabilecek bu durum,  maazallah bir de alışkanlığa dönüşmüşse katlanmak zorunda kalanların Allah yardımcısı olsun. Zira bu durumdaki insan, "her problemini daha ortaya çıkmadan ânında çözen birer süper kahraman"" veya “"zihninden geçenleri ve geçebilecek tüm istekleri önceden sezebilecek üstün yeteneklere sahip bir köle" arayışındadır. 
Belki de kişi önce kendi hayatının kahramanı olmalı, süper olmasa da olur ya... Normal bir şekilde, öylece sapsade.
Bir hayat sınavı ile karşılaştığında kendince kendi dışında bulduğu/ilan ettiği suçluyu -aslında sevenlerini- hırpalamadan...
Yormadan, güzelce sevebilse meselâ. 
El yordamıyla ya da gönül, fark etmez; bir yetimin saçlarında arasa süruru. 
Aslında kolay fakat bir o kadar da zor. Kahraman olmak için üzerimize havalı kostümler giyinip damdan dama atlamaya, ellerimizden ayaklarımızdan olağandışı materyaller fırlatıp dünyalar arası salıncak kurmaya gerek var mı?
Bu bağlamda düşününce sen, gerçek anlamda bir süper kahraman mısın yoksa kendini süper kahraman zannedenlerden mi?
Bir gönül tahtının sultanı mısın, yoksa bir kavanoz kapağı kahramanı mı?
Kostümün, üzerine giyindiğin Hint ipeği mi, yoksa gözlerinden sunduğun sevgi ve ümit vaat eden ışık mı? Eğer ikinci seçenek ise söyle bakalım; hayatından geçerken sana bu hali kuşandıran, daha doğrusu "seni böylesine güzel pişiren" de bir acınası narsist mi? 

Yazıyı Beğen :     3
Paylaş :