AŞK İÇİN
AŞK İÇİN
SERKANT DERVİŞOĞLU
Aşkın sakız gibi dile dolanması hep tuhafıma gitmiştir. Nasıl bu kadar rahat dile getirilebiliyor aşk. Yoksa ben mi çok büyütüyordum? Tabulaştırıyor muydum, onu ulaşılması imkânsız bir şey olarak mı görüyordum? Ya da yaşadıklarımı aşk zannedip, onu hafife alarak kibire mi kapılıyordum? Belki de “şöyle olmalı, böyle olmalı” diyerek sınırlarını çiziyordum , bilemiyorum.
Aşk belki de tüm tanımlardan öte rahatıma ne uygunsa, kimse beni rahatsız etmesin diye kendimi daha özel bir konuma yerleştirmek için yarattığım bir illüzyondu. Belki de en kabasıyla, toplum nazarında günah kabul edilen bir ilişkiyi masum göstermek için halden hale girip, Mecnun rolü mü yapıyordum?
Aklıma şimdi, "aşk için" diye çıkılan yolda, taklit bir halle örtbas edilen davranışlar geliyor. Kişinin gerçeklikten kopup etrafında sahte bir hava yarattığı bir durum. Yoksa hepsi gerçek de ben mi yanılıyorum? Yukarıda dediğim gibi, sınırlar mı koyuyordum? Nereden okudum, nereden özenmiştim o büyüklerin yaşamlarına? Ya Rab, sen aklıma mâni ol! İster istemez bana referans oluyorlar. Kendimi de değersiz görüyorum; bu sefer, "biz kimiz ki" diyerek başlayan muhabbet, maç yorumları gibi hüsranla bitiyor.
İnsanların "aşk için" demesi bana, hep Hz. Mevlana’nın Mesnevi'sindeki şu sözü hatırlatır: “Firavun'un ulûhiyet davasında bulunması da boyalı çakalın tavusluk iddiasına benzer.” Nasıl bir dünyan var senin? Nereden gönlüne düşüyor bu inci taneleri? Belki de gerçekten aşk içindi.
İnanın, insanın sahte tevazu ile giyindiği elbise üzerinde sırıtır. Nasıl ki “Ey çirkin kurt köpeği! Hırs ve coşkunlukla arslan postunu giyinmeye kalkışma! Seni arslan olanların kükremesi imtihan eder de, arslan sureti altında köpek ahlakına sahip olduğun anlaşılır.” Sahip olduğun cevhere karşı samimi olmak ve hayata bu düsturla yaklaşmak, çıktığın yolda senden nice hazineler ve inciler çıkaracak, sen bile inanamayacaksın. İnsan için önemli olan, sahte bir yaşam değil; samimiyet, cesaret ve gayrettir. Yoksa maskara oluruz, Hz. Mevlana'nın yukarıdaki beyitlerinde olduğu gibi.
Aşkı, sanki heva içinmiş gibi yaşıyoruz. "Bana kimse karışmasın" der gibi. Nereye kadar? Eğer aşk içinse, harap eder; o rezidansı harabeye çevirir. Ayrıca, ağzından çıkan sözler dua niteliğindedir, dikkat etmek gerekir küçük prenses. Bir de gerçek şu ki, hazineler viranelerde olur. Harap olmuş gönlünün içine dalıp bulacaksın. Yorucudur, bunaltıcıdır, insanı sıkıntıya sokar ama geçicidir. Bu yüce hale gelmek için beklemek yerine, ufak adımlar atmayı denesek ne olurdu? Anlamaya çalışıyorum; kolay değil, hayallerin ve umutların yok olacağı senaryolarla baş başa kalmak. Elinden kolayca kayıp gideceğini varsaymak ve seni ebedi bir ateşe düşürüp yok olacağını düşünmek...
Ama adı üstünde, vehim bunlar. Korkunç bir his, elbette. Bu yüzden ölenlere şahit olduk, panik atak bunun en çarpıcı örneği değil mi? Şimdi, "aşktan buraya nasıl geldin?" der gibisin, haklısın, kaybolmuş gibiyiz ama unutmadım. Seni nasıl unutabilirim, nasıl görmezden gelebilirim, nasıl duyarsız kalabilirim, mümkün mü? Hem çok yakın, hem çok uzak görünen Rabbine bir şey niyaz ederken dikkat etmen gerek. "Aşk için" demek, ulu orta "Huu" çekmek gibi. Dostlar Rabbi ile görünsün diye samimiyetsiz bir içsel ve dışsal davranış sergilersen, bunun çok sevimsiz ve sarsıcı bedelleri olacağını bilmen lazım, küçük prens.
Dediklerim, İslami bir ortamda kullanılan bir kelime olsa da, her meşrebin kendine has kullandığı böyle kutsal kelimeler vardır ve maalesef mensupları tarafından içleri boşaltılıyor. Anlatmak istediğim her biri için aynı. Üç kuruş çıkar sağlamak için düşünülmeden alınan ağır bedeller... Şu anda gündemimizde olan, saçma sapan paralar kazanacağız diye küçücük bebeklerin hayatlarıyla oynayıp, ailelerin hayatlarını çarçur eden vicdansız sırtlan sürüsü gibi. Ne oldu şimdi? Kendileri dahil birçok aileyi de mahvettiler. Ağızlarında "sağlık için" diye sakız ettikleri, kutsal varlığımız olan sağlığımızı kullandılar. Bu kelimelerin kötü kullanımı, toplumda derin bir güvensizlik yaratıyor. Doğal bir şüphecilik ve içimizi kemiren bir hastalık yayılıyor. Bir çeşit toplumsal vehim diyebiliriz; çığ gibi büyüyen kitlesel bir mahşeri hal...
Kendimize samimi davranmak ve bunu düstur edinmek, sonuçlar karşısında tevekkül ile üstesinden gelmeye çalışmak, şu sıralar yapabileceğimiz tek şey gibi görünüyor.
“Ey beni bu hususta kötüleyen, sana selamet ola, yani işine git. Ey selamet arayan kimse; sen de beni kendi halime bırak. Benim canım ocak gibidir ki ateşle arası iyidir. Ocak için ateş mahalli olmak şerefi kâfidir. Aşk için ocak gibi yanmak gerektir. Bu ateşten mahrum olan kimse ocak olamaz.” (Mesnevi 5330-5332)
*Görsel: Dall- E Ai
Yorumlar