DİKKAT ! OKUNMAMIŞ MESAJIMIZ VAR
DİKKAT ! OKUNMAMIŞ MESAJIMIZ VAR
SEVAL YILMAZ
Şifacı, insan bedeni ile şifalanma süreçlerinden ve vücudumuzun kendini iyileştirmek için kodlanmış harika bir makine olduğundan bahs ediyordu. Hastalığın ise vücudun bir mânâda bizimle konuşmasına işaret olduğundan...
Sonrasında da o çarpıcı soruyu yöneltti; “peki zihin vücudunu böylesine hasta edebilecek, dolayısıyla da seni duyabilecek bir güce sahipse, sen kendine ne söylemeye çalışıyordun da bunu yapamadığın için vücudun ağlamaya başladı?”
Vücudumuzun bize gönderdiği sinyali alabiliyor muyuz?
Geçtiğimiz hafta ihmal edip sinyallere kulak vermemek nedeniyle uzunca bir süre diş kökünde sıkışan küçük iltihaplı yapının, basit bir müdahale ile nasıl da süratle yayılarak koca bir gövdeyi devirebildiğine şahit oldum.
Tıpkı yerinde, zamanında ve usulünce söylenmemiş bir sözün çığ gibi beslenip büyütülmesi halinde yersiz ve yıkıcı bir biçimde ortalığa saçılması gibi.
Bazen içimizdeki masum çocuğun sesini umursamadan her kapıdan küçük küçük toplayıp içimize hapsettiğimiz o çöpler, geride bıraktığımız o pir ü pak alanların aksine bizi tam anlamıyla birer çöp arabasına dönüştürüverir. Çöp arabası elbette ki yükünü bir yere bırakacaktır lakin onca zaman içinde taşıdığı yükün alametleri de buram buram üzerine sinmiş olarak.
Belki de diğerkam olmak adına ölçüsüzce üstlendiğimiz vazifelerle birlikte, aslında bize ait olmayan mesajları da sahiplenebiliriz. Bu durumda, ait olmadığı bir durumun içine iterek kendimize; kendisine dair aydınlanma yoluna taş koyarak da mesajın asıl muhatabına zulmetme olasılığımız pek yüksektir.
Sahi bu kendi kendimize olayları ve konuları hizaya dizme çabası da ne demek oluyorsa. Zaten bulanık olan zihnimizin karmaşasını “düzen” zannedip her işe müdahale etmekten içsel olarak zevk alıyoruz sanki... İçimizde türlü masum iyi niyetlerle (?!) besleyip büyüttüğümüz “sayın tanrıcık” karşılaştığı her olayda eline sihirli bir değnek alıp dış dünyamızdaki tüm çarpıklıkları “en uygun” şekle dönüştürmek için kolları sıvar.
X hastasına Y hastasının, Y hastasına da Z hastasının ilacını zorla yutturarak işleri daha katlanılmaz hale getirir.
Peki bu çok bilinmeyenli problem nasıl çözülecek? Kabul ediyorum bu tokat gibi bir yüzleşme; evvelâ X, Y, Z kişilerinin ya da durumlarının yakasından düşüp onların bize simetrik ya da ters simetrik birer ayna olduğunu kabul ederek.
Dikkat! okunmamış mesajınızı görmek isterseniz tevazu ile inceleyiniz. Kim bilir belki de bu size yönelik kişisel bir mesajdır.
Aslında işin en zor kısmı da nedir biliyor musunuz? ; “bir mesajın hedefine ulaşması” ya da “hedefin mesajı fark edip sahiplenmesi”.
İçinde bulunduğumuz toplumda ters gittiğini düşündüğümüz, bizi tetikleyen tüm konular aslında aksi yönde merkezden kaçtığımızın, yani diğer yönde aşırılık yaşadığımızın göstergesi olabilir.
Meselâ ince ince planladığımız bir süreç içinde “aksilik” olarak nitelendirdiğimiz her öngörülemez durum, bize sancılı bir şekilde her işi ve herkesi yönetmekten vazgeçip konuyu krize dönüştürme bağımlılığımızdan kurtularak sakinleşmeyi öğretmek için sunulmuştur.
Bir de biz öğrenene kadar bu aksilikler tekrarlar durur da , kendimizi talihsizlikle itham edip yine karşımıza çıkan nameyi okumayı bilemeyiz.
Şu mesaj hususu çok kapsamlıdır, zaman zaman kafa karıştırıcı olabilir.
Son Peygamber Hz. Muhammed’in ilk aldığı vahiy mesajını hatırlayalım; “Oku!”.
Okumayı ve neyi okuyacağını bilemediğini her seferinde ifade eden Peygambere bu emrin üç kez arka arkaya tekrarlanması pek mühim; “ Yaratan Rabbinin adıyla oku !. O, insanı pıhtılaşmış kandan (alak’tan) yarattı” ( Alâk Sûresi; 1.-2.).
Acaba okuma bilmediğini belirten bir insana ısrarla okumasının telkin edilmesi ve akabinde de kendi yaratılış hikayesine dair bir ipucu ile devam edilmesi bize ne ifade edebilir? Nihayetinde Peygamberlere gelen mesajlar tüm insanlığa iletilmek üzere teslim edilmedi mi?
Belki de bu ilk Ayet ile bize “kendini ve Kainatı okumayı öğrendiği zaman her ân gözlemlenebilen ve doğru bir şekilde değerlendirilmesi gereken muhteşem bir kitap ile karşılaşılacağı” belirtilmek istenmiş olabilir. Bakınız; büyük resim.
Tıpkı ifrat ya da tefrit seviyesinde hamallığını yaptığımız bir duygu durumu ile ilgili vücudumuzda o duyguya tekabül eden organın hastalanması gibi. Durumu doğru okuyabilmeyi becerebildiğimizde şifalanma da başlamış demektir.
Herhangi bir konuda çıkmazda olduğumuzu düşünürken aniden tanıştığımız bir insanın fikir dünyamızda yepyeni bir ufkun açılmasına vesile olması, hayatımıza dahil olan ve asla atlamadan okunması gereken mesajlara pek güzel bir örnektir.
İnsanın böyle bir değeri yanı başından geçip giderken görmemesi ya da görüp de itibarca kendisinden uzak zannında bulunması en büyük gaflet hallerinden birini ifade ediyor olsa gerek. Aslında böyle durumlarda içsel olarak “dikkat, okunmamış mesajınız var!” türünden hatırlatma yapılsa da rehberimizi şöyle bir kolayca işitebilsek. Lakin bu da sanırım yine bir nasip meselesi.
Merkezlenmek adına artık şu birikmiş ve okunmamış mesajlarıma bir göz atıp kulak vermeli gibi. Zira endişeliyim, içim ürperiyor...
Ey yâr! ya kapımdan sakince geçip gittiysen ve o an ben evde yok idiysem!
Maazallah...
Yorumlar