FEDAKÂRLIK
SERKANT DERVİŞOĞLU 

Olimpiyatların bittiği şu günlerde inanılmaz anlara şahit olduk. Sevinçler, üzüntüler, milli gururlar, tek yürek hissedişler... Farklı farklı ülkelerden insanların tek bir amaç etrafında bir araya gelip mücadele edişlerine şahit olmanın mutluluğunu yaşamak olağanüstü bir durumdu adeta. Her inanışın bir hac mevsimi varsa, sanırım olimpiyatlar da sporcular için bir hac gibidir. Normal zamanda kolay kolay rastlayamayacağınız birine orada rastlamak, onunla mücadele etmek ve izleyicilerin bunu görmesi muazzam bir olaydır. Beni en çok sevindiren şey, her spor dalında inanılmaz bir ilgi olmasıydı; bu da sporcuları çok motive ettiğine eminim. Favori sporcuların baskı altında, ne kadar deneyimli olsalar da küçük hatalarla kaybetmelerini izlemek tarif edilemez bir duyguydu. Bize böyle aksediyor, kim bilir onlar neler yaşıyorlar. Sen yıllarca çalış, küçük bir hatayla kaybet.
Şimdi ekran başında iken yarışma bitene kadar keyifle izliyorsun; sonra başka bir kanala geçiyorsun. Belki sıkıldın ya da umudunu kaybettin. Yarışın bitişini izlemek bile istemeyebilirsin, nasıl olsa kaybediyoruz diye. Peki, ya sporcular? Onlar için olimpiyatlar bir hac niteliğinde; hepsinin hayalini süsleyen bu dev spor organizasyonu için yıllarca hazırlanıyorlar ve birçoğu bir daha katılamayacak, yaşlarından dolayı. Malum, olimpiyatlar dört yılda bir oluyor. Kariyerini sonlandıran sporcular için bundan sonra ekrandan izleyecekleri bir olay haline geliyor.
Hepsinin hayali olimpiyatlarda altın madalya kazanmak. İzlediğim kadarıyla, aslında hepsinin hayali bu değil. Çünkü sporcular kendi potansiyellerinin zirvesini zorlayıp, diğer sporcularla olan durumlarını da biliyorlar ve bir yerden sonra tek amaç bu dev organizasyonun içinde olmak, yapabildiklerinin en iyisini yapabilmenin mutluluğunu taşımak. Ülkelerinin bayrağını gururla o kutsal spor mabedinde dalgalandırmak... 
Ne mutlu o kutsal yolculukta yürüyenlere. Karınca misali çıktıkları seyr-i sülüklerinde vardıkları makama... Birçok kişi gibi Allah'a giden sayısız merdivenlerde bir arada olmanın huzuruna... Ne mutlu, kesrette vahdeti yaşayanlara. Tek bir amaç, tek bir yürek içinde ter dökenlere... Bu kadar farklı insan, bu kadar farklı spor dalı, bu kadar farklı disiplin ve bu kadar farklı felsefe; oyunlar sonunda varılan tek bir sonuç... Nasıl gözyaşları dökülmesin? Nasıl ki Leyla'sına kavuşan Mecnun gibi mutluluktan çölde koşmasın?
Hepsi aslında o anı yaşamak için değil mi, küçük prens? Eminim, tarifi mümkün değildir; eminim ki yaşayan bilir. Bizler ekran başında onları izlerken, onların sevinç gözyaşlarına şahit olduğumuzda tüylerimiz diken diken olup gözyaşlarımıza engel olamıyorsak, onlar neler yaşıyordur kim bilir.
Selam olsun o olimpiyat ateşini tutan koca yürekli, fedakâr insanlara.
Bunları yazarken aklıma bir konu geldi. Şimdi insanların ısrarla anlamak istemedikleri bir konu var: Sufilerin yaşam biçimi ve söylemleri hakkında. Dışarıdan bakınca, eğer tek bir açıdan bakmak isterseniz, yaşam biçimleri size tuhaf, aykırı, akla uygun olmayan ve topluma ters düşen bir yanları varmış gibi gelebilir. Çünkü bir şekilde dünya işlerinden belli bir süre el etek çektikleri için, artık ne yaşıyorlarsa, dışarıdan tuhaf gelebilir; fazla rasyonel bakarsanız eğer. 
Şimdi bir Mevlevi'yi ele alalım; çok objektif bakıp yorum yapmak gerekirse, etek giyen erkekler, müzik eşliğinde dönüyor. Hangi kitapta, hangi hadiste böyle bir şey var? Dinsel olmayan yorumlar bile saçma sapan gelebilir. "Etek giyip dönmek nedir ya?" deyip çıkarım işin içinden. Ve hayata karşı dinsel yaşamlarında tutundukları yorumlar ve metafizik görüşler çok ters gelebilir. Tekke'de yaşanan disiplin ve eğitimleri keza... Adam saçma sapan diyor, şirk diyor bilmem ne...
Peki, bu sporcuların yaşamı? Olimpiyatları izlerken sporcuların hayatlarını anlatan programlara denk geldim. Normal insanların yapmayacağı şekilde sosyal ortamdan soyutlanma, yemek programları, uyku düzenleri, bedeni bir şekle sokmak için yapılan spor türüne göre ağır antrenmanlar... Sade, ortodoks yaşayan insanların asla yapamayacağı bir yaşam biçimi... Tabiri caizse radikal bir yaşam biçimi... Kimisi suda 3 saat yüzüyor, sonra fitness yapıyor; yedikleri belli, yorgunluktan bitap düşüyor. Bu sporcu sonra erken yatıp erken kalkıyor, çift antrenman yapıyor, her şeyi yiyemiyor; insanlarla görüşecek vakti yok, bırak insanları, sporcu ailesine bile vakit ayıramıyor. Size en tuhafını söyleyeyim: Başarının gelip gelmeyeceği bile meçhul.
Belki bu şekilde Sufilerin yaşamına bakarsak daha iyi olur, en azından eskiden yaşamış Sufilerin. Artık coğrafyamızda bu şekilde tekkede yaşayan kalmadı, başka bir yerde varsa bilemiyorum. Yani dostlar, yapılan bu ağır fedakarlıklar, bir sevda için çıkılan çetin bir yolculuk için. En azından onlar hayatlarından vazgeçmiş, cesur savaşçılar gibiler. Bizler nelerden vazgeçtik de bu insanlar hakkında rahat konuşabilme cesaretini gösterebiliyoruz?
Hz. Mevlana Mesnevi'sini, Divan-ı Kebir'ini köşe başındaki kafede Lattesini yudumlarken yazmadı. Ve nice büyük insanlar da keza... Bu insanlar başlarını koydular bu yola, nelerini feda ettiler hiç düşündük mü? Onları düşünmek işimize de gelmedi; televizyon yorumcusu gibi, bir maçın normal süresinden daha fazla konuşan çene ishaline tutulmuş gafiller gibi olduk, değil mi küçük prenses?
- Gül bahçesine benzeyen, güzel yüzünü gördüm. İnsanı büyüleyen o yüz, nurun kaynağı, nurun nuru gibi parlaktı.
- O yüz, can kıblesi idi, canların secde ettikleri yerdi. O yüze bakınca insan, kendini emniyette hissediyor. İfade edilmez manevi zevkler, safalar duyuyordu.
- Bu hali görünce gönül coştu da; "O yüze canımı vereyim, o yüze canım kurban olsun, onun uğrunda varlığımı, benliğimi feda edeyim," dedi.
- Can da heyecana kapıldı, semaya, dönmeye başladı. O hem dönüyor, hem de durmadan ellerini çırpıyordu.
- Akıl ise, oraya geldi. Bu durumu görünce; "Ben bu talihi, bu yüce mutluluğu nasıl anlatayım; nasıl öveyim? Bu güzellikler karşısında ben aciz kalıyorum, bir şey söyleyemeyeceğim, susacağım," dedi.
- Sevgilinin yüzünün gül bahçesinden gelen koku, ihtiyarlıktan beli ikiye bükülmüş her boyu, selvi boylu yapıyordu.
- Aşk çok güçlüdür, her şeyi değiştirir, Ermeni'yi bile Türk yapıverir.
- Ey can; sen güzelliğin tesiri ile, canlar canına ulaştın, ey beden; sen de eridin, yok oldun, bedenlikten çıktın, can oldun... Bütün güzelleri, güzellikleri yaratan büyük yaratıcıyı, o eşsiz, benzersiz, tek olan aziz varlığı bulmak istiyorsan, gönül evine gir; gönülde oturmayı adet edin. Çünkü o, göklere, yerlere sığmadı, geldi gönle girdi.
- Güzellerden, güzelliklerden duyulan manevi zevki gönülde ara, dışarıda arama. Şunu bil ki, o lezzetli ölümsüzlük şarabını da ancak gönül evinde inzivaya çekilmiş kişiye sunarlar.
- Sus, susmanın zevkine var, susma hünerini elde et, edebiyat yapma, hünerlerle dolu lafları bırak
Divan-ı Şems 
*Resim: Exhibition of Indian Tribal Ceremonies at the Olympic Theater, Philadelphia (1811–ca. 1813)  John Lewis Krimmel (American, 1786-1821)

Yazıyı Beğen :     1
Paylaş :