HAKİKAT GÖZLE GÖRÜLMEZ
Maddi gerçekler gözle görülebilir evet, ancak ya size aslında kısmen kör olduğunuzu söylesem ne düşünürsünüz? Dünyayı tamamen olduğu gibi gördüğümüzü zannediyoruz. Bu büyük yanılgı. Aslında pek çok şeyi kaçırıyoruz. Gözlerimizi her açtığımızda ve ışık retinamızı her aydınlattığında foto reseptör denilen sinir hücreleri ışıkla etkileşime girerler ve bilgiyi beynimize aktarırlar. Böylece görme işlemi gerçekleşir. Ama retinamızda hiç foto reseptörün olmadığı küçük bir alan var. Buna skotom ya da kör nokta denir.
Hiç siyah nokta görmemizin nedeni beynimizin orada ne olacağına dair tahmin yürütme konusunda çok iyi olması ve otomatik olarak boşluğu doldurmasıdır.
Bazen ne görmek istediğimizi biliriz. Neo korteksimiz bu beklentiyi alır ve bunu bir çeşit sanal gerçekliğe dönüştürür. Bu ise gördüğümüz dünyanın bir kısmının göz yanılması olduğu anlamına gelir.
Görmek, işitmek ve idrâk etmek, doğru bilgiye ulaşmanın en önemli vasıtalarıdır. İnsana şeref ve üstünlük sağlayan bilgiden nasip almak, pek tabi bu melekelerin sıhhatli olmasına bağlıdır. Çünkü gözler ve kulaklar kalbin araçlarıdır. Rabbimiz bir âyetinde bu melekelerin işlevsizliğinde ne olacağını beyan etmiştir.
“(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette akledecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin sadırlar içindeki kalpler kör olur .” Hac Sûresi 46
Ayet-i Kerime’de kalp, göz ve kulaklar birlikte zikredilmektedir. Bunların ortak vasfı hüküm vermede gerekli olmalarıdır. Kalp hüküm verirken göz ve kulaklardan bilgi toplama hususunda yararlanır..
Akıl kalptedir. Kalple akıl edilmektedir. Kulakların işittiğini, gözlerin gördüğünü kalp fark edip algılar ve aklıyla değerlendirir. Kalp işitmeye ve görmeye karşı ilgisiz olursa eğer kulakların işittiği, gözlerin gördüğü algılanmaz.
Görme, işitme ve idrâkin varlığı ve derecesi ise bizlerin ve Hakk’ın ölçülerine göre farklıdır. Hz. Ali (k.v) nin de söylediği gibi “Haklı olmak başka Hakk ile olmak ve itidali sağlamak başka.”
Hak terazisine göre görmek ve işitmek, bedenimizin bir fonksiyonu olan görme ve işitmeden farklı olduğu gibi, akıl, idrâk ve anlayış da halkın değerlendirmesi gibi değildir. O halde diyebiliriz ki bir “Gök terazisi”nin varlığı gibi yine bir de “Yer terazisi” vardır.
Kulun bakışı ise üç türlüdür.
Yüzdeki maddi gözümüz olan bu organ yön olgusu ile kayıtlıdır.
Akıl gözümüz düşünme ile ve kalp gözümüz ise keşifle kayıtlıdır.
Görüldüğü gibi bütün gözler kayıtlı ve sınırlıdır. O halde hangi gözle göreceğiz?
Hakikat hakkındaki bilgi bize işitme yolu ile taşınır.
Vahiyler yoluyla gelen bu hakikat bilgisi “Sem’iyyat” yani işitilenlerdir. Bu sebeple de akıl için alternatif olarak Kur’an’da beyan edilen fonksiyon, görmek değil işitmektir.
Bu konuyu anlatan âyetlerin hemen hemen hepsinde işitme fiili görmek fiilinden önce gelir.
İnsanın Hakk’a ve hakikatlere karşı kendini kilitlemesini Kur’an “inkâr yani küfr” olarak tanımlar. İnkâr, görmezden gelmek, delile ihtiyaç hissetmeden reddetmek, kin, haset, inat ve menfaat merkezli olarak karşı çıkmak, önyargılı bir yaklaşımla peşin hükümlü olmak demektir.
İşte gören gözü perdeleyen, işiten kulağı tıkayan, akıl, idrâk ve anlayış merkezini işlevsiz kılan esas hastalık bu durumdur. Allah muhafaza o zaman kulun terazisi Hakk’ın terazisindeki ölçüden sapar.
Düşünmeli ki gündelik yaşamımızda her hangi bir olguyu ve olayı kabullenmeyip inkâr edişimiz, inkâr edilenden gelen her şeyden, tüm veriden, sevgiden kişiyi mahrum bırakır.
Bu durumda en büyük mahrumiyet ve kayıp kişinin Allah’a ve O’ndan gelen her türlü rahmete karşı kendini kapatması olmaz mı?
Gözü perdelenmiş, kulağı tıkanmış, terazisinin ölçeği sapmış biri zanlarının karanlığında kaybolmaya mahkûmdur.
Özetle yapılacak tek şey vardır o da, kişinin kendini aşmasıdır.
Bunun için gerekli olan tek şey ise yalnız O’na teslim olmaktır.
Yalnız O’na güvenmektir.
Ve bu teslimiyetin derinleşmesi ile azimle yola devam etmektir vesselam…
Yorumlar