BÜLBÜL GİBİ ÖTEN KANARYALAR
BÜLBÜL GİBİ ÖTEN KANARYALAR
Gün içinde neler oldu diye sorulduğunda genelde sıradan şeyler… Özellikle erkekler için bu durum böyledir; kadınlar ise biraz daha detaylı anlatma taraftarıdır. Onların penceresi öyledir, erkeğin penceresi ise daha başkadır — lüzum görmez, anlamsız gibi gelir. “Bunun nesini anlatayım?” der. Diğeri ise her detayı konuşmak, anlatmak ister; adeta yoğun bir uğultuya dönüşür.
Kimini sessizlik yorar — “Bir şey demiyorsun” der. Kimini de kafa ütüleme, seni sana sormadan şişirmesi yorar. Bu şekilde akar gider; durmaksızın, derin bir boşluğa dönüşene kadar.
Enteresan bir şekilde farkında olmadan devam eder bu hâdiseler ve insan “Bu benim normalim” diyebilir ya… Gerçekte normal mi bu, küçük prenses?
Hiç sıkılmadan öğrendiklerini anlatmak için bizim rızamız olmadan ders vermeye çalışman; “Aktarmam lazım” diye dövünmen; seni görmezden gelince küçük bir çocuk gibi debelenmen ve “Bakın buradayım!” diye ortalığı ayağa kaldırman… Ama anlattığın konulara bakınca, maşallah, evliyalara has bir bakış açısıyla bülbül gibi öten bir kanarya gibiydin.
“Bakın, bunu anlatmam lazım.”
Bülbül gibi öten kanaryayı, nur içinde yatsın, büyük neyzen Kutbu’n-nâyî Niyazi Sayını anmadan geçemem. Üsküdar Selman Ağa Camii’nin arkasında, yıkılmadan evvel dükkânlar vardı. Rahmetli Memduh Cumhuru’nun eczanesi, sonra ileride Kuşçu Muharrem Amca’nın dükkânı… Niyazi Sayın orada toplanırdı ve küçük çaplı esnafın da iştirak ettiği sohbetler olurdu. Çoğu zaman dükkân önünde hararetli tavla müsabakaları yaşanır, Niyazi Sayın ile Kuşçu Muharrem arasında tatlı atışmalar olurdu. Muharrem Amca, Niyazi Sayın’a amca yaa diye bir serzenişle takılırdı.
Velhasıl, bu tatlı ve samimi Üsküdar beyefendilerinin görüntüsüne bakınca, oturdukları dükkândan böyle bir çıkarım yapmak imkânsız gibi dursa da, bu mübarekler sanki orada sırlanmışçasına âlemi izler ve yorum yaparlardı.
Kuşçu Muharrem, on metrekareden bozma bir dükkânda elektrikli süpürge malzemeleri satardı ama işin tuhafı, o küçücük dükkânda malzemeden çok kuşlar ve evliya fotoğrafları yer kaplardı. Ara ara uğrardım. Maksadım Niyazi Sayın’ı görmekti tabii; olmadığı vakitlerde oturur, çaylarını içer, sohbet ederdik. Beni de Allah razı olsun Kudümzenbaşı Engin Baykal tanıştırmıştı. Ortama ısınmamı ve kendimi rahat hissetmemi sağlamıştı.
Niyazi Hoca’nın küçük bir dergâhıydı adeta orası; içindekiler de ihlâslı, samimi müridleriydi. Bir gün oturuyorum, kafamın üstünde — ve her yerde kafeslerde olan kanaryalardan biri bana su atıyor, yem fırlatıyordu. Yanında da bir küçük hoparlör vardı, oradan bir kuş sesi çalıyordu. “Muharrem Amca, bu çalan ne?” dedim. “Bülbül.” dedi.
“Niye böyle yapıyorsunuz?” dedim.
“Kanaryalar bülbül gibi ötsün diye.” dedi.
Nur içinde yatsın, çok ilgincime gitmişti bu hâdise. Dünyadaki en güzel sese sahip kuşlardan biridir bülbül — tartışacak değilim. Hâlâ gece üçte Hekimbaşı Mezarlığı’nda öten o gece bülbülünü hafızamda inanılmaz şekilde büyülenmiş olarak hatırlarım. O nasıl bir şakıma, hem de gece vakti! Bu hoparlörden çalan ses Kanaryaları bir mürşidin, hocanın — ne derseniz deyin — irşad ediyordu bülbül.
Yahya Kemal ne güzel demiş:
Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış,
Eski Şîrâz’ı hayal ettiren âhengiyle.
Ölüm, âsûde bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.
Tabii bu dizeleri dinlerken hülyalara dalmamak elde değil… Ama lafı da hatıralara gömmek istemem. Yukarıda bahse dönecek olursak: ağzından çıkan bülbül, ama davranışların hâlâ kanarya.
Önce bir rahat bırak kendini. Kimsenin senden bir şey talep ettiği yok. Sen daha günlerce kafesteki kanarya gibi bülbül dinledin mi? Bir defa dinlemeye tahammülü olmayan kanarya gördün mü?
Rahmetli bir kanaryam vardı. Ney üflemeye başlayınca o da benimle öterdi. Hatta hakikaten dinlerdi. İlk başta “Yok artık” dedim; sonra baktım, kerata bayağı dinliyor, es verince ötüyordu. Yani şu avuç içi kadar narin bir canlı kadar olamayacak mıyız? Şundan bir şey öğrenemeden göçüp gidecek miyiz?
Hep sen, hep her yerde olma. İşler ters gidince açıktan veya zihninde kötüleme; küçük düşürücü hareketler yapma gibi tatsız sevimsiz ve bereketi kaçıracak hareketler.
Mübarek, ağzından bal damlıyordu — ne ara zehir saçıyorsun?




							






Yorumlar