Nar - Sis T

SERKANT DEVRİŞOĞLU

Yıllar geçmiyor ki üzerimize yapışan kimlikler sayesinde, Hakk’tan uzaklaşamayalım. Yolumuzu bulduk diye kaybolmamız da bu yüzden. Ateşin yarattığı aydınlığın ve sıcaklığının cazibesine kapılırken, dumanından karabasan gibi çöken sisi içerisinde zehirlenmemiz ne kadar trajik.

Ne zıt duygular yumağı, hayatımızı çok derinden etkilediğinin farkındalığının ıskaladığımız olaylar bütünü.

Ateşin dumanında boğulmak.

Büyük bir sis içinde burnunun dibini görememek çok kötü olsa gerek.

İnsanlar, mevcut bilgi birikimlerinden doğan halleri, onların etrafı kolaçan ederken hep tepeden bakması ve horlaması hoş bir durum değil. Sen onunla aynı mertebe değilsen seni dikkate almaması, mesleki bir edeb atledilmesi, bir farz-ı kifaye olmuş sanki.

Şimdi senden yukarıda olanlar var; onlar da sana yapınca ne yapıyorsun?

Bir sürü hakaret ve dedikosunu yapıyorsun çünkü anca gücün ona yetiyor.

Gücün yetene, kâle alma; hor gör, sana yapılınca küfür ve dedikodu; bu mu şimdi ölçümüz. Ama sürekli Hakk’tan yana konuşuyorsun, bu nasıl olacak?

Bunu bir yaşam biçimi haline getirmek büyük bir zaman kaybı geliyor bana. Garip bir tatmin eylemi sanki.

Şeytan da buna benzer bir hareketi var aslında. 'Ben ateşten yaratıldım, insan ise çamurdan. Buna mı secde edeceğim?' dediğinde, ateşin kutsiyetine veya ateş tabiatlı olmanın verdiği üstünlükle, böyle alçak birine mi secde edeceğim demesi adeta hor görmesi gibi çok tanıdık bir davranış, değil mi?

Bizim alemdeki ulvi vazifemiz, zalim zorbalar gibi gariban insanları dövmek değil ki. Bilmiyorlar diye ölçüsü kaçan eleştiriler ve küçümsemeler, emin olun o insanlardan çok bize büyük zararı var.

Kendi merkeziyetimizin etrafını sisler içinde bırakarak, bizlere bahşedilmiş özümüzü görememize vesile olur. Yolunu kaybetmiş, nereye bastığını bilmeyen bir alana doğru sürekleniriz ve artık iş işten geçti mi, başka bir sanal alemin içinde kendimizi var ederek oyalanırız.

Sınırlı bir zamanda verilen o kutlu ömür heba olur. Maalesef, bunları bir de hakikat yolcusu olduğumuzu söyleyerek yapıyoruz; bu daha korkunç, Allah muhafaza.

Hayat, hakikaten çok enteresan, çok tuhaf işler oluyor.

Şimdi şöyle bir senaryo çizelim: Bir karakter var, akademisyen, profesör olmuş, hayatını sufiler hakkında yazılar, kitaplar yazarak geçiriyor; bir nevi Tasavvuf tarihçesi yazıyorsun, tamam çok güzel.

Topluma mal olmuş, kitabı olan Tarikat Pirlerinin eserlerini tercüme olsun, sadeleştirme olsun, düşünceleri, hayat tarzları, öğretileri aklına ne geliyorsa o konu ile alakalı hem yazıyor hem de okutuyorsun, Allah razı olsun, buraya kadar çok güzel.

Peki sen insanlarla konuşurken, kendi mevkidaşın değilse, niye küçümsüyorsun?

Benim dediğimi anlamaz gibi tavra giriyorsun.

Şimdi senin hayatının adadığın insanlar böyle mi peki? Bu nasıl bir tezat yaşam; öyle değil mi küçük prens, Allah rızası için söyle ya.

O büyükler böyle mi davranmış?

Bizim işimiz sokaktaki adamı haddini bildirmek mi?

Şimdi o büyükler için diyorsun ki, onlar peygamber ahlakıyla ahlaklandılar, onun varisleri diyorsun. Sen daha sıradan bir vatandaşla konuşmaya tahammül edemiyorsun. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.

O mübarek, bu kadar insanla uğraşmış, halden hale girmiş, çileler çekmiş, türlü eziyetlere maruz kalmış; ona rağmen halka merhametle yanaşıyor ve bir de kitap ele alıyor, hizmetin dibini yapıyor, örnek Hz. Mevlana mesela, eşyada hakkın nurunu görüp, ona göre hal tavır sergileyen, bu insanların sen eserini al, okut, sıcacık odanda kahveni al, tercüme et; yani her şekilde hazıra kon.

Oh, ne güzel bir de millete tepeden bak, haşla, bunlar bilmiyorlar, bunlar ne anlar, türlü türlü haller. Çok tanıdık geliyor değil mi, bu tavırlar.

Allah buyurdu ki: “Öyleyse çık oradan! Çünkü sen artık kovulmuş birisin!

*Resim: Pollice Verso (1872) Jean-Léon Gérôme

Yazıyı Beğen :     1
Paylaş :

Yorumlar

1 Yorum

  1. Yasemin Uçar 15-01-2024

    Elleriniz dert görmesin Serkant Bey, yüreğinize sağlık. Yine çok güzel bir yazı ??????