SAHİBİ KİM BELLİ DEĞİL
SAHİBİ KİM BELLİ DEĞİL
SERKANT DERVİŞOĞLU
Bu aralar milletin bir ayarı kaçık sanırım. Lafa böyle çok ortadan girdim farkındayım ama hakikaten insanların iletişim kurmakta sıkıntısı, sabır zorlayıcı bir hal aldı. Olabildiğince ipin üstünde cambaz gibi gitmeye çalışmaya gayret etmekten sirk ustasının bacak ve kol kasları nasıl gerildiyse benim de çene kaslarım iyice bir gerildi. Bu kadar basit konuları, aslı hürriyetinize tehdit gibi algılayıp mevkinle üste çıkmaya çalışmak, aklıma bulunduğun makama yakışıyor mu sorusu getirmiyor değil hani. Biz de kafamıza huni takıp otobanda araba saymıyoruz.
Aslında iyi fikirmiş, artık deliliğe vuracağız, yoksa çekilecek kafa değil. Elbette farkındayım; böyle bir tuhaflığın arkasında kişilerin yaşadığı sıkıntılar başka başka. Orada yaşadığı sıkıntıyı normal süreçte çözmesi gereken işlerde yanlış iletişim yüzünden bir kartopu etkisiyle başka problemler de doğurmaya başlıyor. En önemli sorunlardan biri burada doğru dinlememek, yani aktif dinleyici olamamak. Kafasının içi Moğol istilasına dönmüş bir dengesiz Merküryen gibi iplerin ucu kaçtığı için her olayı bir tehdit gibi algılayıp "Ben miyim, sen misin?" gibi anlamsız bir tartışmaya dönebiliyor.
Bir nevi trafikte çıkan, aklın bir türlü almadığı “önüme geçti” diye ileride sıkıştırıp arabasından çıkıp kavga eden embesil gibi düşünebilirsin. Diğer şoförün neden olduğundan bile haberi yok; belki de o sadece yavaş gittiği için diğer şoförü sollamış, o kadar. Hayatın normal akışında hareket etmiş. Ama bu küçük prens, ne yaşıyorsa artık, o dört tekerlekli huninin içinde şahsına yapılmış gibi algılayıp karşı atağa geçip gününü gösterme cüretini gösteriyor.
Peki, hayatın normal akışında olan kişi bu şuursuzluk karşısında o da karşı atak yaparsa ne olacak? O da nefis taşıyor. Bu şuursuz öyle şeyler söylüyor ki onun da şalteri atabilir. İşlerin nereye gideceği kimse bilemez, Allah korusun. İnanın, bu tarifsiz şuursuzluk ve “ben” deme yüzünden nice insan telef oldu. Şöyle bir insanlık tarihinde savaşlara baksanıza, ne kadar çok buna benzer acı hikâye var.
Bilemiyorum ama beni biraz yordu bu tarz davranışlar. Aktif dinlemeden, yanlış anlamaya teşne olmak veya bilerek gıcıklık olsun diye ters ters cevap vermek; belli ki bir derdi var, hırsını çıkarmak istiyor. Ne gerek var, küçük prens, hakikaten ne gerek var?
Hayatında olan bitenler karşısında çaresiz, ümitsiz ve elinden bir şey gelmeyenlere karşı bu şahısların yaptığı iletişim bozukluğu bir derece kabul edilebilir. Senin kendi kendine yarattığın ve seçimlerin yüzünden oluşturduğun mutlu tablonun hakikatte bir balondan ibaret olması bizim suçumuz mu? Ve balon hayatının içinde boş bir havadan başka bir gerçek olmadığı gözükmesin diye biriken sinirini, sahte ve suni dertlerle abartarak etrafındaki herkesin büyük bir saçmalıktan ibaret olduğunu sürekli dile getirmen nasıl bir kibir.
Bunların olması güzel şeyler bir bakıma, bunları yaşıyorsak ben de yapıyorum bunları, demek ki. O kadar masum değiliz; anlattığım örnekler açıkça gözüken ifrat davranışlar. Bunun tehlikeli bir diğer versiyonu içsel yaşanan, kendi içinde, kapalı kapılar ardında konuşulan sinsi planlar gibi.
Orada tek başına kendi oluşturduğun karakterlerle tanrıcılık oynayıp istediğinin kafasına vurarak cahilliğiyle yerden yere çarparak insanları beğenmeyerek “Bak, ben kimlerle oturup kalkıyorum” diyerek kategorize ve ötekileştirme yaparken bulursun kendini kokuşmuş mağaran da.
Bu işler öyle karışır ki kişi artık egosuyla üst benliği ayıramaz. Hani derler ya, “Benim sadece ağzımda” der, ve bu kişi belli ediyor dersin ama bazılarında işte kalbinde, ne fena değil mi? Kişisel bir yıkım, adeta içten fethedilmiş bir gönül; sahibi kim, belli değil.
*Görsel: Dall E
Yorumlar