ŞEFKATTE GÜNEŞ GİBİ
ŞEFKATTE GÜNEŞ GİBİ
SEVAL YILMAZ
Güneş’in hareketleri, zamanın sınırlarını belirleme konusunda en evrensel veri kaynağı olabilir.
Güneş takvimine göre bir günün başlangıcı gece yarısından sonra başlamakta. Ay takvimine göre düşünürsek, bir önceki gün batımı ile başlayan soğuk ve karanlığın zirveye ulaşmasına kadar devam eden uzun bir başlangıç süreci bu.
Farklı bir açıdan bakıldığında bu başlangıç, aslında günün karanlık bir vaktinden, olabilecek en karanlık vaktine uzanan bir süreci de ifade etmekte.
Güneş, hem ışığı hem de sıcaklığı ile eyleme geçme konusunda insana önemli bir enerji kaynağı sağlıyor.
Tam da zaman, soğuk ve karanlık dehlizlerde kaybolmuşken.
Bu aydınlık ve ısının had safhaya ulaştığı öğlen vakitleri ise en verimli sabah saatlerinin son demleri olup, sanki bu aşamadan sonra zaman öyle bir hızlanır ki çabaladığınız işler asla yetişmeyecekmiş gibi gelir.
Hüzünlü bekleyişlerin hâkim olduğu günler müstesna...
Ya bir günün daha artık takvimimizden ayrılmaya başladığını hissettiğimiz o gün batımları...
Göz kamaştıran ışık huzmeleri ile ufuktan güneşin kaybolup gidişi sonucunda üşür, içe çekilir ve günün muhasebesini yapmaya başlarız.
Zira rahat bir uyku çekebilmemiz bu hesabın zihnimizde selametle tamamlanmasına bağlıdır.
Güneşin, gün içinde geçirdiği evreler bana hep hayatın kısa bir özeti gibi gelir.
Bir insanın hayata adım atması, tıpkı doğduğu yeri ısıtan ve ışıtan güneş gibi; o hani bir önceki buz kesmiş ve zifiri bir hüzne boğulmuş gönüllere sürur taşır.
İnsanın çocukluk döneminde dünyaya ayak uydurma çabası ise tıpkı tabiata sirayet eden sabah telaşı gibidir.
Gençliğin o kontrolsüzce bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ve duygusal dalgalanmaları ise âdeta güneşin öğlen saatlerinde pervasızca tenleri yakıp kavurması gibidir.
Gün batımındaki sessizlik de insanı bir sonraki evreye taşıyor fikren.
Her işi bir kenara bırakıp uykuya hazırlık süreci âdeta “veda”ya hazırlık gibi.
“Uyku, küçük ölümdür” derler ya, uyurken daha çok üşümemizin nedeni de bu benzerliğinden kaynaklanıyor olsa gerek.
Sosyal çevremizde herhangi bir sebeple hayatımıza dâhil olmuş insanlar da güneş ve günün halleri ile ifadelendirilebilir.
Meselâ, bazen çok hüzünlü bir süreç yaşarsınız, tam da bu hüznün tüm bedeninizi esir aldığı o “Gecenin en soğuk ve en karanlık vaktinde” bir “Güneş” hayatınıza girer ve yaydığı ışıkla zifiri karanlıkta aslında yapayalnız olmadığınızı gösterir.
Sonra içinizi ısıtan şefkat ile dünyaya geri dönersiniz de hayat sizin için yeniden başlar.
Bu güneş; bir öğretmen, bir dost, bir yoldaş ya da bir “Yâr” olabilir. Belki herhangi bir vasıfta gönderilmiş “Hızır”dır o selam dairenize uğrayıp da geçen, kim bilir.
Çevresine hareket etme ve eyleme geçme enerjisi sunan öğlen güneşi gibi bir idareci ya da ekip arkadaşınız olabilir.
İşte bu kişiler sadece sizin kariyerinize değil kabiliyetlerinizi açığa çıkarma konusunda cesaretinizi destekleyerek özgüveninize de katkı sağlarlar. Ki egoları öğlen güneşinin yakıcılığında olanlar bu grubun dışındadır.
Peki, gün batımındaki sükûnet misali ruhlara dinginlik veren ve âdeta duruşu ile dahi eğiten kâmil insanlara ne demeli?
Hayata adım attığı andan itibaren kim bilir ne fırtınalara maruz kalmıştır da hiç belli etmez bu hikmetli kişiler.
Onlar her yerdedir lakin fark edebilmek herkesin nasibinde değildir. Farkına bile varmadan cahilce kabalık gösterip elimizin tersiyle yıkarız kenara. Sonra kendi karanlığımızla baş başa kalırız da onun da farkına varmayız acizce.
Halbuki önemli olan herhangi bir intibaya fırsat vermeden merhamet gösterebilmek değil midir aslında?
Birine merhamet gösterirken içimizdeki yetimin başını da okşadığımızı görmez miyiz?
Görülen o ki; ifrat halinde iken “Tevazu”yu, tefrit halinde iken “Vakar”ı öğrenip kendimize nakşetmediğimiz sürece çok zor.
Dengeye ulaşıp, şefkat ve merhamette güneş gibi olanlara selam olsun.
Yorumlar