SERBEST BIRAK
SERKANT DERVİŞOĞLU
 

Nasıl söylenir bilemiyorum ama direkt söyleyeceğim. Şu içinizdekileri bir salın artık. Tamamen içsel rahatlama olsun diye yazıyorum, ben de ne yapayım, burada içimdekileri salabiliyorum. İnanın, yazarak çok rahatlayabilirsiniz. İnşallah. Tabi her zaman işe yaramayabilir, ama en azından ortalığa dökülür, bir yüzleşme olur. Bu da bir şeydir. Bazı psikologlar hissettiklerimizi yazma işini tavsiye ediyor, özellikle öfkeli ya da kaygılı olanlara. Sanırım, içindeki sıkıntıyı tam dile getiremeyenlere, anlat dediklerinde tavsiye olarak yaz diyorlar. Kus kağıda, tabir-i caizse... Küfret, efendim, içinden ne geliyorsa bir dökül ama sakın okuma. Sonra onu yırt at ya da yak. Bana kalırsa bir deniz kenarına git, ufak parçalara böldüğün kağıdı kırk eşit parçaya ayır, Kafirun Suresi'ni oku, denize at. Sonra bak, ona neler oluyor. (Bu bir büyü tavsiyesi değil, tamamen uydurdum.)
Lafı açılmışken, geri döneceğim mevzuya... Samsun'da bizim köyde, deniz kenarına gittiğim bir vakit, sonbahar mevsiminde, tek başıma vakit geçirirken, güneşin battığı taraftan bir adamın geldiğini görmüştüm. Elinde asa ile yürüyordu, silüet şeklinde bana doğru geliyordu. İnanılmaz bir sahneydi; hala gözümün önüne gelir. Onun gelişi, mistik bir hikâyeden gelen manevi bir kişilik gibiydi. Yürüyordu, denizin kumlara vurduğu sınır yerinden, ayakları ıslanmayacak şekilde. Hakikaten inanılmazdı. Allah'ım, bu ulu kişi kim? O zamanlar tasavvufla yoğun ilgilendiğim, menkıbelerin havada uçuştuğu bir dönemim. Yani anlayacağınız, altyapıyı hazırlamışım; Rabbim gönderiyor Hızır'ı! Hafiften bir heyecan... Hem fotoğraf açısından hem de mistik anlamda. Çok güzel bir kare yakalayacağım! Issız, uzun bir plaj, melankolik bir hava, silüet halinde asalı bir adam... Ya gerçekten Hızır'sa? Heyecan tarifi çok zor... Adam yaklaşıyordu, birkaç kare aldım, çok da ürkütmek istemiyorum bu ulu zatı. Velhasıl, üzerine derin maddi manevi anlamlar yüklediğim zat geldi, önümde durdu. "Önümde durdu" diyorum ama aslında adamın önünde ben duruyorum. "Sen benim fotoğrafımı çekiyorsun," dedi. "Evet," dedim, "kusura bakmayın." "Yok, önemli değil," dedi. "Sizi öyle görünce, denizin dalgasının vurduğu yere bu kadar yakın yürümeniz, ters ışıkta kalmanız ve denize doğru bir şeyler bırakmanız, açıkçası fotoğrafınızı çekmeye engel olamadım," dedim. "Sahi, siz neden denize bir şey atıyordunuz? O neydi ve neden atıyordunuz?" Bizim ulu şahsiyet, hayalimdeki çakma Hızır, demez mi: "Komşularım bana hainlik ettiler, büyü yaptırdım. Hoca da bu yazdığı büyüyü şu dualarla oku, denize at, parça parça," demez mi? Üstüne bir de "Geberip gitsinler," dedi. Allah'ım, kafamdan aşağı kaynar su döküldü, denizin ve mevsimin serinliği bile çare olamadı, apışıp kaldım orada. Bir şey diyemedim de. Neyse ki uzatmadı, adam gitti, gözden kayboldu. Yaşadığım en tuhaf olaylardan biriydi.
Uzattım biraz, ama siz bu şekilde salmayın içinizdekileri. Siz, iyileşmek ve rahatlamak, o rahatsız eden duygulardan kurtulmak, yüzleşmek ve bunların sizden uzaklaşması için yapın bu yazma işini. Sonrasında da kağıda yazdıklarınızı yırtıp atın.
İnanın, kendimizi çok sıkıyoruz her konuda. Zannediyoruz ki, karşı tarafa taviz vermemek, "Bak senin mevkin bana bir şey ifade etmiyor" demek sessizce oturmak zorunda kalmak. Ya da daha önceden bir kırgınlığımız varsa onu devam ettirmek. Bununla düştüğümüz rahatsız durum, yaşadığımız iç sıkıntısı, seni sen olmaktan çıkarıyor.
Peki, hepsi ne için? O kadar boş ki! Evet, haklısın, sana karşı bir şeyler yaptı ve maalesef ki başka yere de gidemiyorsun. Aynı yerdesin; ya kardeşin, ya eşin, ya iş arkadaşın, ya da akraban... Yani bir şekilde etkileşimde bulunduğun biri. Ben de isterim, bir daha yüzünü görmeyeyim, harika olurdu valla! Ama olmuyor işte... Bu da baş ağrısı, omuzlarda gerginlik, mide rahatsızlıkları gibi şeylere ve içsel öfke patlamalarına yol açıyor. Dışa dönük düşündüğünü söylemekten sakınmayan biriysen, sataşmalara ve kavgaya kadar gidiyor mevzu. Ve dostum, çok haklısın, seni inan çok iyi anlıyorum.
Söyle o zaman küçük prens, sen ne yapıyorsun bu kadar zırvaladıktan sonra? Dersen, beni ben yapan şeyleri hatırlamaya ve onlarla meşgul olmaya çalışıyorum. Çünkü biliyorum ki bu duyguların hepsi benim oluşturduğum şeyler. Ve sizinle bunları konuşmak bana çok iyi geldi, siz de deneyin mutlaka.
*Resim: Hermes Ordering Calypso To Release Odysseus (C. 1670) Gerard de Lairesse (Flemish, 1641-1711)

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :