SESSİZLİK 
SERKANT DERVİŞOĞLU 

Bazıları için sessiz bir ortam dayanılmaz, can sıkıcı, hatta hayattan kopuşun; neşesinin ve anlamının yok olduğu bir his yaratabilir. Bunun saçma bir savunma olduğu, tartışmaya kapalı bir konu; bunu söylemeye gerek bile olmadığını düşünüyorum. 
Sürekli gürültü çıkarır mı insan? Eli ayağı dursa, ağzı dursa, başka bir yeri susmuyor. Hayır, şimdi orası gelmesin aklınıza, alemsiniz yani. Zihni kastetmiştim. Sesli düşünenler, her eylemi kendine sufle verenler mi dersin, etrafa sataşanlar mı, artık cansız nesnelere bile musallat olanlar cabası.
Rahat bıraksalar kendilerini ve şu etrafındakileri. Biraz sussalar, sizin yüzünüzden kendimizi bile duyamaz olduk. Zaten modern yaşamın getirdiği etkiler ve meşguliyetler bizi yeterince bizden uzaklaştırıyor; bir de senin yarattığın gürültü artık çileden çıkarıyor insanı.
Belki abarttığımı düşünebilirsin, küçük prenses. İnan, sessizliğin kıymeti paha biçilemez bir lütuf. Hira Mağarası’nda yaşananlar bile düşünmemizi sağlamıyor mu? Tekkelerin çile sistematiği geliştirmesindeki en büyük etkenlerden biri, Peygamberimizin mağarada yalnızken yaşadığı tefekkür hadisesinden çıkıyor. Hal böyle olunca, diğer peygamberler ve farklı din ve kültürlerdeki yalnızlık ve sessizlik içinde gerçekleşen hadiselerden örnek almamız gereken şeyler var. Şimdi millete “Gidin kırk gün çile çıkarın” demiyorum. Bu coğrafyada bunu yaşamak teknik açıdan imkânsız, o ayrı konu. Ama neden farklı şekillerde kendimizi alıştırmıyor ve buna çaba sarf etmiyoruz?
Yani şu âlemde her bir şeye bir şey söylemek, karşılık vermek zorunda mıyız? Söylemesen bir tarafın mı eksilir? Bildiğimiz yanıldığımıza yetmiyor; saatlerce boş boş konuşuyorsun. Hele şu maç yorumcularına bak; maç bitmiş, maçı oynayanlar, hocası, kulüp yetkilileri bu kadar konuşmuyor. Onlar ders çıkarıp “Ne yapabiliriz?” diye önlerindeki maça konsantre olup deli gibi çalışıyor. Ama bu aveller bir hafta konuşuyor. Bir de komplo teorisyenleri var; Allah! Bunlar tam efsane, hiç susmuyorlar ve her şeyi biliyorlar. Ya Rab! Sen bu kullarını en kısa zamanda bu yaptıkları boş muhabbetten kurtar, onlara daha faydalı işlere yönelmeleri için yardım et. Âmin.
Tabii majör örnekler veriyorum, farkındayım. Ama mesele, minörlerde de insanı hakikaten anlamsız bir boşluğa sürüklüyor. Orada neyle karşılaşacağını bilmediği bir ortam bu. Yani biz farkında olmadan konuşarak, faydalı olduğunu düşündüğümüz şeylerde bile kantarı kaçırıyor, kafa ütülüyoruz. Ve böylece, en hassas konu olan kendimizden uzaklaşıyoruz. O yüzden bu konuşma işi, ses çıkarma hadisesi önemli.
Kişi, kendini duyamadığı ve duymak istemediği bir alan yaratıyor farkında olmadan. Ya da bilinçli olarak bir nevi kaçıyor aslında. Sufiler, genelde tekkeye yeni intisap eden ve tekkedeki yaşama ayak uydurmaya çalışan kişiye ilk öğretilen şeylerden biri sessizliktir. Hatta Mevlevilerde, özellikle yeni gelen için konuşmak yasaktır. Bu “nevniyaz” tekke dışında göreve gittiğinde, mesela pazara vesaire, kıyafetinden pazarcı onun nevniyaz olduğunu, yani yola yeni giren derviş olduğunu anlar ve onu sohbete tutmazdı.
İnsanın yolculuğunda kendini tanıması ve farkındalığının artması, yüksek gözlem yeteneği ve sessizlikten geçer. Burada sessizlik, yanlış anlaşılmasın; tuhaf hadiseler karşısında geri çekilip müdahil olamama bağlamında bir zayıflık değildir. Bahsettiğim, kendi iç âlemine yönelmek ve keşfetmek anlamındadır. Artık uluorta konuşarak, her aklımıza geleni ve duygumuzu içimizde tartmadan, ölçmeden ifade ediyoruz ki bu, bizi saçma ve kendimizi değersiz hissettiren bir alana sürüklüyor. Halbuki bu kadar kıymetli bir varlıkken neden kendimize bu zulmü yapıyoruz?
Bunu deneyin dostlar, sessizliğe zaman ayırın. Kendinize büyük bir iyilik yapmış olacaksınız. Kolay değil; insanın kendiyle yüzleşmesinin ne kadar acı verici olduğunun farkındayım. Zihin, hep bu can sıkıcı durumdan kaçmak isteyecektir, ama siz ısrar edin. Bunun uzun ve çetin bir yolculuk olduğu kadar, bir o kadar da tarifsiz ve lezzetli, özgür bir yol olduğunu unutmayın.
Düşüncelerinizin ne kadar yoğun ve derin olduğunu fark edeceksiniz. Rızıklanmak istiyorsan küçük prens, önce kendi yolunu aç.
*Resim: In monastic silence (1927-1928) Kazimierz Stabrowski (Polish, 1869-1929)
 

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :