SEVDA ZÜMRÜD-Ü ANKA KANADINDA

SEVDA ZÜMRÜD-Ü ANKA KANADINDA
SEVAL YILMAZ

Küçüklüğümde tekrar tekrar bıkmadan okuduğum “Binbir Gece Masalları” nın o hayranı olduğum cesur ana kahramanıdır Şehrazat. Şah Şehriyar’ın duvarlarını yıkma niyetiyle ölüm sırasını devralmış bir hikaye anlatıcısı.
Bu binbir gecelik süreç tabiri caizse kelle koltukta ustaca gerçekleştirilen bir “güzel söz” yolculuğunun serüveni gibidir. 
Bu hazine mağarasına girebilmek için doğru söz öbeği doğru üslupta üç kez tekrarlanarak test geçildikten sonra ancak bu kitabın kapağı açılabilir.
Duru bir çocuk dimağı için Binbir Gece Masalları, hayal gücünün sınırlarını oldukça zorlayan uçsuz bucaksız bir kaynak gibidir.  Bu girift masallar zincirindeki her bir tekerleme ile kendini kah devasa bir Zümrüd-ü Anka’nın sırtında Kaf Dağı’nın ardına seyahat ederken, kah Keloğlan ile birlikte bir tandırın başında ekmek pişiren o dev anasının arkasına saklanırken buluverir. 
Okuyucu ya da dinleyicinin buradan aklını kullanabilme kabiliyeti nisbetinde hızlıca kurtulabilmesi ve türlü efsanevi mahlukatı geride bırakabilmesi ile peri padişahına ulaşması ancak mümkün olur. Zira aştığı engeller miktarı ile çarpılmış olarak alacağı mükafat da masalın nihayetindeki bu kısımda beklemektedir. 
Erken yaşlarımızda iken bu uçsuz bucaksız maceralar sırasında karşılaşılan onca kötülüğün imkansız olduğunu ve ancak Şah Şehriyar’ı uyutmak için anlatılan masallarda görülebileceğini düşünürüz hep. Ta ki benzer karakterlerle gerçek hayatta karşılaşana ya da olaylar karşısında aynada gördüğümüz kişinin akıl almaz kriz yönetimi anlayışına şahit olana kadar.
Öte yandan; Keloğlan’daki o saf iyiliğin ve dürüstlüğün ise erişilemez bir seviyeyi ifade ettiğini düşünürüz hep. Bu zannımız da hesapsızca ve riyasızca yapılan iyiliklerin çevremizde vücut bulduğunu görene kadar devam eder. 
Bu bağlamda, kısa vadede her dem doğruluk üzre olmak adına türlü yoksunluklar yaşayanların uzun vadede mutlak kazanan tarafı ifade etmesi ise içimizi umutla doldurur. 
Nitekim Şehrazat’ın da niyeti, Şehriyar’ın öfke ve nefretle buz kesmiş kalbini ısıtıp asıl kimyasına geri döndürmek değil midir? Belki de bu anlatıcı, bir gece başladığı masalı ertesi gece nihayete erdirerek bu döngüyü sabırla devam ettirirken; dinleyici de tüm ilgi ve merakı ile sürece katılarak kin ve öfkesine galip gelmeyi başarmıştır. 
Yarım bırakılmış cümle ve hikayelerin hayatımızdaki tezahürü ise masallardaki gibi değildir. 
Düşünürüz, hesaplarız, plan üstüne plan yaparız. Mükemmeli yakalamak bizim için çok önemlidir. 
Çünkü, “Eh sonuçta bize yakışan da budur” ya, neyse... 
Her birimiz her konu hakkında parlak fikirlere sahibizdir ve muhtemelen de tespit ve değerlendirmelerimiz diğerlerinin düşündüğünden çok daha isabetlidir. Düşüncelerimizi eyleme dönüştürmüyorsak bir bildiğimiz vardır elbet. 
Özellikle diğer insanların hayatları hakkında heybemiz hep “daha akıllıca” çözümlerle dolu iken kendi senaryomuzu dosdoğru yaşamakta zorlanırız.  Hatta süreç öyle bir kısır döngüye dönüşüp o kadar uzun sürer ki hayat zaman aşımına uğrar ve nihayetinde çabalamaktan vazgeçme noktasına dahi gelebiliriz. 
Kabul etmesek de bunun asıl nedeni üzülmekten alabildiğine korkmamız iken beraberinde risklerden tamamen kurtulmayı da bir türlü beceremeyeceğimizi içten içe anlamamızdır. 
İsteriz ki birisi yanı başımızda tatlı tatlı anlatsın, biz de ipekli pijamalarımızla uzanıp huzurla uykuya geçerken arada bir “yahu Keloğlan iki başlı ejderhaya niye yangın tüpü ile karşılık vermiyor ki?” gibi akilane çözümleri gündeme getirip ahkam kesmekle yetinelim. 
 Bir de etliye sütlüye karışmadan, risk almamak adına hiç bir karara imza atmadığımızda ise “asla yanlış yapmadığımız için” kendimizi “başarılı” addederiz.  
Öte yandan hayallerimizde kurduğumuz bu ütopyanın köşe başlarındaki kahvehanelerde çayımızı yudumlayarak kimilerimizi “gereksiz” diye damgalar da sınır dışı ediveririz. Çünkü fikren bizden farklı rotadaki insanlarla aynı toplumun parçası olmaya bir türlü tahammül edemeyiz. 
Her birimizin bu coğrafyaya dair hikayelere ait önemli birer unsur olduğunu kabul etmemiz gerekirken, düşler alemindeki açıklarımızı gerçek dünyadan kurbanlar vererek kapatabildiğimizi sanırız. 
Masalın sonlarında keskin zekasıyla huzur vaad eden bu zarif “can şenliği”ni  bıkmadan usanmadan dinleyen zalim hükümdarın bile er ya da geç o ifrat çukurundan çıkıp rıfk üzere gönlünü kaptırdığına şahit oluyoruz. 
Bu çerçevede düşününce kendimize çok da haksızlık etmemeli derim. Şehrazat misali, taş kesmiş bir gönüle mihmandar namzedi olabilmek de her yiğidin harcı değildir zahir. Nihayetinde tüm bu efsanelerin sonunda karşısındaki “insan” kitabını okumayı başarabilen muzaffer olmuştur. Zekice güvenli ifade gücünü kullanan ile suhuletle rıfk üzere dinleyen ermiş muradına; hikayesindeki eksik cümleler yüzünden yarım kalıp da üzülmekten korkan zinhar çıkamaz kerevetine. 



 

Yazıyı Beğen :     3
Paylaş :

Yorumlar

3 Yorum

  1. Hatice Fahrunnisa 01-03-2023

    Yüreğine sağlık sevgili dostum

  2. Seval Yılmaz 01-03-2023

    Hatice Fahrunnisa, çok teşekkür ederim kıymetli dostum ve saygıdeğer hocam ...

  3. Selmit 09-03-2023

    Çok güzel ❤❤❤ Yüreğime dokundu