YOKLUK VE KAHIR

YOKLUK VE KAHIR
UĞUR CANBOLAT

AHLÂK-I HASENE erleri kahrın itibarı ve yokluğun incitici oluşu hususunda kafa yoranlar arasından çıkarlar. Yaratılışın ve varlığın mükemmeliyeti üzerinden yüce yaratıcı ile sağlam bir bağ kurmak emelindedirler. Bu sebeple Allah ile insanın ilişkisinin nasıl sağlam olduğu ve yine insan Allah ilişkisinin nasıl olması gerektiği hususunda ciddidirler.
Çünkü bu konu suyun başıdır. Belirleyicidir.
İşte bu hususu sağlıklı ve razı olunacak bir temele oturtabilmek için Kur’an-ı Kerim’i derinden derine, inceden inceye ve hiç acele etmeden okurlar.
Anlamaya çalışırlar.  Tefekkür ederler.
İnanmış ve güzel ahlak yolunda ilerlemek isteyen bir akıl ve kalbin yapacağı ilk belirleme budur zira.
Sınırsız bir varlığın sınırlı bir varlığa nasıl tenezzül edip onun anlayabileceği, kavrayabileceği, misak olarak kabul edip ahdini sonuna kadar götürebileceği prensipleri içeren bir kitabı gönderdiği konusu ilk dersidir. Kişiyle kurulan bu ilahi iletişimi anlamayan, çözümlemeyen, önem verip üzerinde hayatın en mühim meselesi kabul ederek gerektiği gibi eğilmeyen kişinin ilk düğümü yanlış attığı aşikardır.
Vahiyde konulan ilkelerin Rabbimiz tarafından bizim fıtratımıza ve bünyemize uygun bir zeminde iletişim kurduğu ve yine bu prensipler üzerinden sorgulayacağı gerçeği tam olarak idrake getirildiğinde mevzunun ehemmiyeti kavranacaktır.
Yüksek erdem yolcuları işte bu meseleyi es geçmezler aksine sürekli canlı bir gündem şeklinde akıl ve kalplerinde taze tutarlar.
Allah ile insan ilişkisinde ana zemin Kur’an’dır.
Kul dua ile Rabbimiz ise icabet suretiyle bu iletişimi sürdürür. Duamız kabul olduğunda Rabbimizin bizi duyduğunu ve cevap verdiğini görerek seviniriz.
Kur’an’da tanımlanmayan bir ilişki biçiminin kabul görmeyeceğini bilen güzel ahlak yolcusu kendisini bu hususta yanlışa düşmemek için sürekli zinde tutmaya çalışır.
Yine de beşer olmanın kaçınılmaz zorluklarıyla karşılaştığında ayağının kaydığı olur. Aklının iflas ettiği, kalbinin yanlış negatif duyguların merkezi haline gelmesi mümkündür.
İnkara düşmese bile ikrarında zayıflık gösterebilir. Tasdik ederek yaptığı evren okumaları zaafa uğrayabilir. Kalbinin söylemediğini diliyle söyleme gibi bir gaflete düşebilir. Bildiği halde inanmamayı tercih ettiği zamanları çoğalabilir veya çıkarı uğruna gözünü karartıp manevi kayıplar da yaşayabilir.
Farklı etkilere girebilir, Allah’tan gayrı kurtarıcı olabileceği vehimlerine kendini kaptırabilir.
Gaybın kapılarını kendisi veya sevdikleri için açabilir. Hakikate nankörlük edebilir. 
İşte tüm bunlar ve daha ötesi durumlar derin acıların kapılarını aralatabilir. İçe işleyen bu acıların insanı mahveden azabına hüküm giyebilir. Kendisine galebe çalan nefsin elinden canını kurtarmadığı için yegâne galip olan Rabbimizin azabına müstahak olmuş olabilir.
Yine de güzel ahlak yolcusu kahrın da ona yapılan bir kulluk itibarı olduğunun şuurundadır. Yok sayılmanın, hesaba katılmamanın, değer görmemenin insanlık şerefini çok daha incitici olduğunu bilir.
Ey hakikat yolunun Allah ile ilişkisini vahyin prensiplerine göre düzenleyen yolcusu!
Güzel ahlak yolunda sende mesafe almak istiyorsan Rabbimizin koyduğu prensipler, ilkeler üzerinden hareket etmek demek olan sırat-ı müstakimden şaşma. 
Allah’ın da kendisinin sırat-ı müstakimde olduğunu söyleyerek ilkelerle bağladığını unutma. 
Ön anlamalar ve önyargıların prangalarından kurtulmaya çalış. Yine de beşeriyet gereği zaaflarına yenik düştüğünde, şeytanın hilelerine kandığında, nefsin desiseleri ayağına dolandığında ve buna bağlı olarak tanımlanmış ilkelere göre azaba müstahak olduğunda kahrında Rabbinin sana bir itibarı olduğunu, seni yoklukla incitmediğini hatırından çıkarma.
Ama esas olanın muştulara layık olmak olduğunu, şekavet değil saadet ve şükür yurdu olan cennete yürümek olduğundan bir an bile gafil olma. Ümidini kesme.
Ötede kahrın galebesine muhatap olmamak ve rahmetin esintilerini bulmak için bu tarafta Rabbin ile olan ilişkini sağlam düzlem olan Kur’an-ı Kerim ile belirle. 
Kahrın değil lütfun talibi ol.
 

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :