İÇ DÜNYAMIZ VAR MI
İÇ DÜNYAMIZ VAR MI
SERKANT DERVİŞOĞLU
“Dünya bir tane değil mi, nereden çıktı şimdi bu” gibi oldu başlık. Evrene bakınca sayılamayacak kadar galaksi yıldız gök cismi ile dolu olduğunu görüyoruz.
Neden bir de iç dünyamız olmasın? Kime ne fazlalık olabilir ki ? Hem kim ne diyebilir ? Diyen olursa biz buradayız. Lafımız arkasındayız, esnaf tadında gelişen latifeli yolculuğa ara verdikten sonra.
Hakikâten var mı bir iç dünyamız? Hiç merak ettik mi? Varsa eğer nerede bu, neden gizli, neden bazıları sır gibi bahsediyor? Kadim bir korsan haritasından bahseder gibi hep bir ezoterik hep varsayımsal hep bir ulaşılamaz gizemi yaratılarak ortalığı bulandırıp insanlara acaba mı merak tohumu ekerek nerede yeşerdiği belli olmayan bu fidenin bakımı ile üstlenmek zorunda kalıyoruz.
Biz de çekirdek aileden başlayan bir şey bu sanırım ve topluma virüs gibi yayılmış bir hadise var insanları kendine haline bırakmayan. Haklı olunan yerlerde var toplumsal düzen için eyvallah. Ama biz buna narsistlikten mi nedir bilmem bir tık daha ileri taşıyarak fazla müdahale eder hale geldik.
Ne yiyeceğine ne giyeceğine kimle nasıl konuşacağına parasını nasıl harcaması gerektiğine siyasal düşüncesine, işine, eşine, evini nasıl düzeceğine hatta neyse şimdi onu söylemeyeyim bıraksan nasıl çocuk yapacağına kadar karışıyoruz. Millette koyun gibi hös diyemiyor yatak odama girdin be kardeşim bırak ta onu biz yapalım.
Yok yapma yanlış yaparsın bak sana iki yol var demiştim yanlış yola saparsın mazallah. Allah aşkına bir rahat bırakın bu insanları sizde bir hayır deyin ya. Allah sana muhteşem bir cevher hediye etmiş ne diye bu kadar başkasının eline bakıyorsun.
O zaman biz bir senden bahsedebilir miyiz ? Tabi ki hayır sen sen değil başkasısın artık, hatta başkaları çoklu kişilik bozukluğu yaşıyorsun. Başkaları gibi milletin yediği yerden, milletin giyindiği yerden her şey, milletin favori ibadet ettiği yerden ihtiyaçlarını gideriyorsun. Sunullah Gaybi hazretlerinin dediği gibi “derviş riya içinde hu çeker” diyor. Tokat gibi söz. Sende riya içinde yaşıyorsun. Riyanın zamanı mekanı dini dili ırkı yok her yerde.
Bu kadar şekilci yaşamın olduğu yani sürekli gezegen uydusu gibi gezersek kendimize bakma fırsatımız gün geçtikçe kaçar. Sonrasında da bizden geçti deriz, o konfor alanını terk etmek zerre işimize gelmez, uyansak bile kim uğraşacak bu zahmet gibi gözüken tefekkürlü eylemi.
Dışsal yaşamın çizdiği alanı o kadar büyütüyor ve kutsallaştırıp neticesinde putlaştırıyoruz ki. Bunları yıkacak yerle yeksan edecek olan iç dünyamızın fatihini nedense emekli etmişiz. Galiba fatihe olan inancımızı kaybetmişiz, bu savaşı kazanabileceğine inanmıyoruz. İnancımızı yitip gitmesine yardımcı bile olmuşuz.
Halbuki bizi biz yapan o kahraman kumandan. Bhagavata kitabından bizim Buda amcasıyla karşı savaşta iken ona mızrak atıp öldürmesi gerekiyor, yanlış hatırlayabilirim çok uzun zaman olmuştu okuyalı. Neyse ona mızrağı atıp amcasını öldürmesi söyleniyor, o da haklı olarak şu çelişkiyi yaşıyor bu benim amcam nasıl olacak bu iş. Söylemesi kolay yapması çok zor bir iş.
Elbette metafor bunlar ,senin iliklerine kadar işlemiş huy edinilmiş yaşam tarzı haline gelmiş, bu duygu durum haline mızrak atıp öldürüp ayağa kalkabilecek misin? Mesele bu. Vücudundaki tümörlü hastalığı atabilecek misin? Ama bu tümör uzuv ve normal bir organın gibi olduğunu da unutma.
İslam tarihinin yayılış, ilk inanışlar ve çatışmaları bunlarla dolu. İnanılmaz bir irade inanış ve cesaret. İşte aziz dostlar bizlerde bu savaşı vermeliyiz, keşfedilmeyi bekleyen gerçek bir cennet olan iç dünyamızın fethi için. Orada bizi sayısız nimetler bekliyor sahte olmayan.
Hayatı şekilci yaşamadan ve putlaştırarak fanatik bir hale getirmeden daha doğrusu kendimizden kaybolmadan yaşamamız gerekiyor. En ulvi görevlerde bile şekilci davranıp esas maksadı unutarak folklorik bir hale getirebiliriz. Çünkü karşılığı zahiren alabildiğimiz için daha rahat olur daha çok işimizi görür. En büyük göstergesi de etrafımızdaki insanlar tarafından onaylanırız, bu çok hoşumuza gider bak gördün mü hemen karşılığını gördün. Yüceltilirsin, el üstünde tutulursun, sonra oradan inmek işine gelmez hemen onların hoşuna gidecek şekilde hareket edersin aksi olsa bile. Orası tatlı gelir. Gittikçe uzaklaşırsın kendinden. Asıl olan vatanını terk edersin, başkalarının mutlu edebilmek adına. Sende gelen primlerle yaşarsın o seni tatmin eder hafif canın sıkılsa bile, bundan daha iyisini mi bulacaksın, ekmeğimizdeyiz kardeşim diye avunursun.
Senin bir iç dünyan var en samimi, olduğun en faziletli olduğun en ahlaklı olduğun potansiyelin neyse. Kendi yağında kavrulabileceğin bir yer orası. Diğer dışsal olanlar dini davranışlar ibadetler pratikler ritüellerde yaşayacağın halleri inceleyerek ve gözlemleyerek geliştirmen gerek iç dünyanın zenginleşmesi için. Yoksa ezbere yaşarsın ya da başkalarının hayatını yaşarsın.
Bakın size çok entersan bir hadis paylaşayım dışsal ve içsel yaşamın nasıl elekten geçirilmesi konusunda biz uyuran bir hadis ve öyle bitirelim.Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet edilen bir hadiste:
"Dedim ki: Ya Resulallah! 'Verdiklerini kalpleri korku ile ürpererek verirler' (Mü’minû /60.) ayetinde bahsedilen kimseler zîna eden, içki içen ve hırsızlık edenler midir?
Resûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdiler:
Hayır, ey Sıddîk'ın kızı!
Onlar oruç tutan, namaz kılan, zekât veren ve onların kabul olunup olunmayacağından endişe duyan kimselerdir." (Tirmizî,Tefsir,24; İbn Mâce,Zühd,20.)
Hasan el-Basrî de ayetin tefsîri olarak şöyle demiştir:
"Vallahi onlar Allah'a itaat eden, bu hususta çok gayret gösterenler, buna rağmen geri çevrileceğinden korkanlardır.
Muhakkak ki mü'min iyilik ve korkuyu, münafık ise kötülük ve emniyeti bir arada bulundurur."
Yorumlar