ALDATMAK
ALDATMAK
SERKANT DERVİŞOĞLU
İnsanın aldatma ihtiyacının heyecan eksikliğinden olduğunu söylüyor uzmanlar. Bu durumu tetikleyen birçok sebep olabilir.
İlla ilişkideki heyecan eksikliği değil. Her konuda böyle. Zamanla sıradanlaşıyor kişinin gözünde. Daha heyecan uyandıran bir şey olunca da meylediyor insan.
Bana uzaydaki kara delikler gibi geliyor. Birden kapılıveriyorsun. Nereye çektiği ve ne olacağı belli olmayan bir yolculuk gibi.
Önce bakışlarda başlıyor Türk dizilerindeki gibi. Bakışma uzadıkça libidoda yükseliyor haliyle.
Tarifsiz bir hareketlenme, bir hararetlenme. Kelebekler uçuşuyor midende.
Sürekli O’nu düşünüyorsun. Bu durumu güdüleyecek müzikler dinlemeye başlıyorsun. Ve daha fazla yanında, daha çok aklında olsun diye melankolik hallenmeler yaratıyorsun kendine.
Bu arada sen aslında biriyle berabersin. O’nun da altını çizeyim.
Yazarken ben de açtım bir müzik daha rahat yazayım diye. Belki heyecan eksikliğidir kim bilir.
Bu ikili ilişkilerdeki “aldatma şundandır, bundandır”, “yok efendim senin dediğin sayılmaz”, “bunları abartıyorsun” filan gibi misallerde boğulmak istemiyorum.
Aslında konuyu bağlamak istediğim yer şurası.
Nasıl bir heyecan eksikliğimiz var ki Tanrı’yla olan ilişkimizde sürekli kendimizi aldatıyoruz?
Bu konuda ne oluyor da bir türlü o muhabbet hasıl olmuyor?
İlişkilerde karşı tarafı suçlamak kolay, muhattap olduğun biri var. Ya burda?
Burada da var fakat farkında olmadan sorumluluğu Tanrı’ya atıyoruz hiç tereddüt etmeden. Ne O’nunla ne de O’nsuz olmuyor.
Olamadığı yerde toplumsal şartlanmalar var, sorumluluk almamak var.
Dünyada veya ahirette cezalandırılma korkusu var.
O’nsuz olmadığı yer ise dünyada seni heyecanladıran, menfaatlerin doğrultusunda yaptığın her türlü fiil ve düşüncelerin.
Böyle yazınca insan farkediyor ki kurduğumuz diyalog çok sıkıntılı, ilişkimizde ciddi problemler var. Evet. İkili ilişkide karşı taraf var, rasyonel hissedilir bir iletişim var iken bunları sağlıklı değerlendirmek ve yorumlamak yada analiz etmek daha kolay.
Ya Tanrıyla nasıl olacak bu?
İnsanlar aldatıp hevesini aldıktan sonra güvenli olduğu rahat hissettiği asla konfor alanının bozulmasını istemediği yere dönüş yapar.
Vicdanını rahatlatır ve bu tatlı huzur dolu güvenli limanı bırakmak istemez. Menfaati vardır, şartsız kabul eden biri vardır.
Tabi garibimin haberi bile yok ondan.
Aldatan bunu realitede somut olarak bildiği için ve yakalanmadığı sürece ilişkiyi sürdürür ve kendine göre mutlu, mesut yaşar.
Tanrı’yla olan ilişkisi de böyle aslında. Farkı yok zevk aldığı veya ahlaken hiçbir dinin ve toplumun kabul etmediği davranışları sergilerken ve düşünürken asla ihtiyacı olmaz.
Niye olsun ki ?
Tanrı yapamaz. En iyisi sessizce halletmektir bu işi. Ta ki işler ters dönünceye kadar.
Sonrasında “buna niye izin verdin diye” hesaplar, yakarmalar ve suçlamalar başlar.
Hayatımda çok gördüm başına gelen müsibetler sonrasında Tanrı’yı suçlayanları.
Bir yandan hoşuma da gidiyor hayatında olmadığı kadar Tanrı’yla iletişim kurduğu an olduğu için belki.
Kırk yıl hatim indirse o kadar yakınlaşmaz.
Bu verdiklerim majör misaller. Bakmayın, felaket tellalcısı değilim. Sevmem de.
Optimist bir yaklaşımım vardır doğaya karşı ama bir dindar için hatta bir deist için bile durum sıkıntılı aldatmak konusunda. Farkında değiliz hakikaten Tanrı’yla olan ilişkiyi nevrotik bir durum halini almış peygamberimizin bahsettiği Tevhid’in şehrinden bile geçmiyoruz.
Bu heyecan eksikliği durumu içsel bir yöneliş olmak zorunda ve alemde olan bitenin muhatabının kendimiz olduğunu anlamak zorundayız. Motivasyonumuzu yükseltmek için derin tefekkür durumunda geçmek mecburiyetindeyiz.
Kendimizle, alemle ve yaratanla olan ve olmayan varlığımızı bir çıkar ilişkisinden yüksek idrak ve sevgi boyutuna taşımamız gerek. Yoksa çocukça bir inançla kendimizi kandırır ve realitide aldatan olarak görünürüz.
Yorumlar