İSRAFİL MİSİN, İSRAF EDEN Mİ?

İSRAFİL MİSİN, İSRAF EDEN Mİ?
SERKANT DERVİŞOĞLU

İç ay çekirdeği diye bir şey var, denediniz mi hiç? Geçen akşam Yılmaz ağabey almış; Hatice hocam ve Seval ile sohbet sırasında yedik. Daha önce yedim mi diye hatırlamaya çalışıyorum hayal meyal, belki, bilemiyorum. Aklıma gele n ilk şey ne kadar pratik olduğuydu. Tek tek işkence çekerken çoğu kez bıkkınlık geçirip “ahh yeter artık” diye yediğimiz bir şeyken, şimdi avuç avuç ye gitsin. Ne kolaylık…
Tabii geleneksel düşüncede buna karşı çıkacak bir sürü sebep var. “Öyle kolay olmaz, tek tek uğraşacaksın. Tek tek çitleyeceksin. Zahmetsiz olmaz, yoksa rahmeti olmaz.” İyi de kardeşim, gören seni tarlada çalışan biri sanacak. Tarlayı sürmüş, tohumu atmış, sulamış, beklemiş, ilaçlamış, gübrelemiş; artık süreç neyi gerektiriyorsa… Akabinde mahsulü almışsın ve nihayet yiyorsun. Sen ise çekirdeği hazır alıp iki dişinin arasında çıtlatıyorsun; havaya bak.
Sırf söylemek için söylemiyor mu Küçük Prens?
Bana öyle geliyor ki bunca kavramın içinde sıkışıp kaldığımızdan, alışkanlıklarımızın doğru olduğunu kabul etmekten ve bu şekilde tanımladığımızdan  sapla saman karışıveriyor. Tutuculuk da oradan geliyor. Sonraları biz ona yobazlık diyeceğiz. Ama şimdilik “tutunma” diyelim. Neyi koruduğunu bilmeyen muhafızlar… Tapınak şövalyeleri gibi.
Neden bu kadar isyankâr ve sertsin? Bu trip ne için kek'e? Kek mi? Nasıl yani? Anlamını bile yitirmiş artık senin için o kelime… “Keke” diye ağdalı bir lafızla hitap etsem şaşırıp “ne dedi bu şimdi?” diye daha da tuhaflaşacak ve sonuçta duygusal bir savurganlığın doruğuna çıkacaksın.
Ah dünya… Kendimizi ve etrafımızda olup biteni anlayamadan ya da anlamaya çalışmadan gidecek ya… Ne üzücü; sana layıkıyla şükretmeden gitmek gibi. Ne gibisi, tam öyle.
Çekirdekten açıldı mevzu, küçük prenses. Hayatı ve onunla bağ kurduğumuz ilk tepkilerle duygularımız arasında bir iletişim kopukluğu içerisindeyiz. Neyi ne kadar önemli ve önemsiz olduğunu ayırt edememe ve bu ikisi arasında savrulurken kendimize ve etrafımıza yarattığımız kaotik enerji israfı öyle korkunç ki…
Bazen düşünüyorum; dünyanın yenilenebilir enerji kaynaklarına ihtiyacı var malum, bu ciddi bir sorun. İklim antlaşması akabinde daha da gündeme gelen bir mevzu. Güneş, rüzgâr ve diğerleri… İnsanların da bir şekilde hunharca harcadıkları zaman ve enerjinin israfı öyle korkunç ki…
Duygularına yenik düşüp vesvese yaparak pireyi deve yaptığında harcadığı para, uyuşturucu madde, sevdiklerine verdiği zarar… Kendi bedenini altın arayan madencilerin siyanür kullanarak mahvetmesi gibi çöle çevirmesi mi dersin? Bunu bilim adamları bir enerjiye dönüştürüp dünyaya faydalı hale getirse keşke…
İşin şakası bir yana, bunu faydalı hâle getirmek elbette mümkün, küçük prens. “Sürekli kendimizi arıyoruz.” deyip ya da “bu benim işte” dediğini duyar gibiyim. Emanet taşıdığımız bu bedende kendimize uymayacak şekilde büyük adımlar atarak daha büyük görünmeye çalışmak… Adeta ilkel bir canlının savunma mekanizması gibi; tehlike karşısında tavus kuşunun tüylerini kabartarak yarattığı ilüzyonist ortamda karşı tarafı büyülemesi gibi… Ama o muhteşem tüylerinin altında yatan çirkin ayaklarının görünmediğini sanması daha hazin değil mi? Senin o tüyleri büyütene ve süsleyene kadar çektiğin çileler hakikati yansıtmamakta.
Niye çektin bunca eziyeti? Halbuki sûfîler ve erdemli insanlar kendilerini olduğu gibi kabul edip yüzleşerek ve derinleşerek duygularının esiri olmadan yürürler bu eşsiz ve biricik olan köprüde. Bilirler ki sadece tek bir köprü var ve onu yalnız kendileri geçebilir. Orada tüylerini açamazsın; sahte ışıltılı göz kamaştırıcı hâlinle.
Bir video izledim. Kız babasına diyor ki: “Aşkımla aramız kötü oldu, bana şunu yaptı, zaten o şöyle biriydi, belliydi…” Babası da diyor ki: “Akılsız kızım, madem biliyordun bunun böyle olduğunu, neden birlikte oldun ve bir de ‘aşkım’ diyorsun?” Kız da “Ama baba, sen de niye böyle soru soruyorsun?” diye serzenişte bulunuyor. Şu yarattığı israfa bak… Artık buna nefs mi dersin, duygularını iradeli kullanamamak mı dersin bilemiyorum.
“Gönlünü dağıtırsan, her rüzgâr onu sürükler. Birlik olmazsa, güç de olmaz.”
(Mesnevî, II: 278)
 

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :