RUHU SIFARLAMA TUŞU

RUHU SIFARLAMA TUŞU
SERKANT DERVİŞOĞLU

Bu ara gezginlerin videolarını izliyorum. Gitmek istediklerim ve bazı gittiğim yerlere tekrar gitme arzusu içerisinde olduğum bir dönem olsa gerek, tekrar yoğun bir şekilde depreşti. Keşfetme arzusu ve o spontanlığın içinde kaybolma duygusunu özledim. Diyebilirsin belki “sorumluluk duygusundan kaçma gibi geliyor” diye; bunun baskılanma hâlinin dışa vurumu diyebilirsin. Sen yine diyebilirsin tabi.

İnsan bulunduğu mekândan uzaklaşmalı ve kaybolmalı ki bulabilsin. Şuurlu bir şekilde belki de ruhun ve bedenin bir çeşit sıfırlama, kendine gelme mekanizması ya da bir çeşit tuşu bu. Bu tuşu ilk kez burada açıklıyorum Ctrl – Shift – Pause – Home - Delete aynı anda bas biiznillah duaların kabul olacak. Bilgisayara tekme attığım zamanlar geliyor aklıma. Hatta şirkette bilgi işlem departmanındayken, kulakları çınlasın Yasin arkadaşım, tekme seslerini duyunca “Serkant yine başladı” diye gülerdi. “Oğlum, vurma şu bilgisayara!” diye gelirdi gülerek yanıma. Tabi bu bir tamir etme tavsiyesi değil. Sonradan kutuları tekmelemeye başladım sinirlenince. Ofisin bir başından sonuna kadar atmam gereken bir koliyi tekmeleyerek attığımı görünce Yasin daha fena gülmeye başladı. Sanırım farkında değilim, söyleniyormuşum bir de.

Malum, çalıştığımız yer gurbet olunca kendimize gelmek için üç ayda bir memlekete gelirdik, kendimize gelelim diye. Mekânın değişikliği büyük bir ferahlık.

Sanırım ferahlamam lazım, küçük prens.

Kaybolmak ve keşfetmek için bağlardan koparak yapılan bir eylem olması lazım. Zihnin bir şekilde fiziken eğitilen bir şey. Çok kopuk bir cümle oldu farkındayım. Yani soyut bir şeyi idrak edebilmek ve zevkine varmak için fiziki eylemler yaparak mevcut tembelliği atman ve eğitmen gerekiyor. Bunun da önündeki en büyük engel: aşırı fiziksel eylemler ve eylemsizlikler. Sıradanlıktan çıkman gerekiyor. İbadetler o yüzden çok önemli; bedeni bükmeden gönlü yüceltemezsin. Sende bu kibir oldukça başını nasıl eğeceksin? Sen zaten sürekli haklısın ve her şeyi biliyorsun maşallah. Paranla her şeyi elde etmeye alışmışsın.

Bazı Budist tapınaklarında tapınağa çıkarken merdivenler dik olur; mecburen başını eğerek çıkarsın. Yani mekânın gücü, “Sen eğemesende ben seni eğerim” der. Bizde de vardır; camilerin giriş kapılarında eskiden zincir olurdu, başı eğmen içindi. Şimdi milletin kafasına çarpıyor diye kaldırdılar. Dikkat edin, giriş merdivenleri yüksektir ve diktir; çıkarken başın eğilir. Her kutsal dinin secdesi var. En kutsal olan başın, beynin, kafan… Yani o kibir taşını yere koyar, pes edersin. Edebilirsen tabi.

Bu yogaya gidenlerde de var; habire seccadede oturuyorlar, secde ediyorlar, rükûda duruyorlar, kıyamda duruyorlar—haberleri yok. Aslında şuursuzluk olduktan sonra hangi din olduğunun önemi yok, değil mi? Tavuk gibi gagalarsın seccadeyi, küçük prenses.

Şuraya getireceğim: Mekân değişimi, evet; gezmek, yeni yerler görmek filan güzel şeyler de… O kadar da basit değil benim için. Elbette bu da keyifli. Derdim bağlarımdan kopmak. Uzaklaşmak isteği. Bulunduğum yerin bende yarattığı güvence duygusunu yıkmak. İnandığım Allah’ın “O her yerde” oluşunu bir yerde varmış gibi algılama tembelliğinden çıkmak. Ön yargılarımızı, mutlak olanın eşsiz renklerinde yıkamak isteği.

Muazzam değil mi? Siyah, beyaz ve renklileri bir arada yıkayan Allah’ım, sen ne yücesin.

 

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :