BEN GİDİYORUM DAĞLARA
BEN GİDİYORUM DAĞLARA
SERKANT DERVİŞOĞLU
Geçenlerde bir arkadaşımızı motorla bir yolculuğa uğurladık. Kendisi dertlenmiş, sıkışmış, çaresiz hissetmişti. Elinden bir şey gelmediğini, kararların başkaları tarafından alındığını, başrol oyuncusuyken bir piyon gibi feda edildiğini söylemedi ama hâl diliyle anlattı. "Yola çıkmak istiyorum" dedi, "dağlara doğru, belki İran'a geçerim" diye ekledi. Ama yolu tam olarak tanımlayamadı. Olsun. Bir şekilde uzaklaşmak, dağlara gitme fikri… Aladağlar'a doğru sadece tüm heybetiyle duran ve rüzgârın sesini işittiği o kocaman dağın eteğinde aciz bir kul olduğunu hissetmek… Kendi gölgesinden daha büyük ve ulu olan, en somut şey olan dağa karşı belki de meramını anlatmak… Kafasını dağın taşına yaslamak, "yardım et" demek… Mutlak çaresizliğini ve sığınacak gerçek bir kapıya gelişin en samimi hâli…
Evet, bu insanlık tarihinde sıkça rastlanan bir hâdisedir. Mitlerde hep vardır dağlara çıkmak. Orada Rabbiyle –ya da artık siz ne derseniz ona– buluşmak… Bir çeşit bilinçsiz davranış gibi görünse de insanın ulu bir dağa ya da ulaşabileceği bir yüksekliğe çıkıp yalnız kalmaya ihtiyacı olur.
Bu zaman zaman herkese olur. Herkesin, o latif bedeninin karşılaştığı türlü durumlar olur ki, kelimeler artık bir anlam ifade etmez. Ne yapsan da pimi çekilmiş bomba gibi bir etki yaratır. O yüzden de zihinsel ve duygusal çöküntüde sadece gitmek istersin. Açıkçası bu, kaçmak değildir. Olaylar gerçekten bir aşamaya gelmiştir artık. Bina üstüne çökmüştür ve mutlak çaresizlik anlarıdır bunlar.
İçinizden sadece "gitmek" gelir. Derin bir sessizlik içinde… Sizin için yapılan tüm iyilikler, anlayışlar bile artık faydasızdır. "Yalnız bırak… dağlara gitmek istiyorum" dersin içinden. Sessizce… Rüzgârın, tüm günahlarını yaprak dökümü gibi üzerinden süpürmesini izlemek istersin. O görkemli dağlara doğru, sevgiliye kavuşma umuduyla…
Biliyorum, sen hep oradasın. Her zamanki gibi, tek başına. Biliyorum, sen bizi görmezden gelmezsin. Eteklerinde oynamamıza, orada gezinmemize hep müsaade edersin. Biliyorum ve inanıyorum ki gündüzleri sıcak, geceleri soğuk geçen anlarımızda bana mağaranda bir göz misafir eder, dertlerimi dinlersin.
Artık dertlerim değildir asıl konu. Biliyorum, sen bunları beni yanına çağırmak için sebep kıldın. Sohbet etmekti niyetin. Ne çetin geçen hava şartları ne buradan düşme tehlikesi ne de vahşi hayvanlardı konu…
Tabii bazı şeyleri anlamak için uzun bir zaman geçmesi gerekiyordu. Sen müsaade ettiğin sürece… "Tamam" dediğin zamana kadar… Ne kadar harika bir an bu!
İster inanın ister inanmayın, bu ilkel davranış biçimi bizim genlerimizde var. Bunun için gidilen kutsal dağlar var. Nepal'de, Hindistan'da hacı olunan yerler gibi… Elbette, farklı duygular ve inanç sistemleri konuya değişik metodolojiler getirse de dağlara gitme fikri çok önemlidir.
Bizi oraya çağıran ne? Nedir bu sıkışmışlık duygusuyla dağlara gitmek isteyişi? Tepelerde yürümek arzusu? Psikolojik açıdan bu bir depresyon belirtisi olsa da, yani çaresizlikten, sorunlarını aşamadığı için dağlar gibi bir his olsa da… Bu yolculuk bizi bir şeye taşır; gerçekten önemlidir. Her psikolojik vaka toplumsal olarak kulağa kötü gelse de yaşanan hadiselerim sıkışmışlığı, bize bir şeyi anlamamıza vesile olan büyük bir lütuftur. Bir çeşit arınma yolculuğu, hakikate giden bir yürüyüştür.
Artık yolcu, başkalarının Himalayalara gidiş hikâyelerini dinlemekten sıkılmıştır. Kendi yolculuğuna çıkmak, tırmanmak, göğe yükselen merdiven metaforu gibi… Gittikçe az eşya götürmek… Yükseldikçe şartların çetinleşmesi… Her dinlenme noktasında bir şeyleri geride bırakmak zorunda kalmak… Yolcunun kendisini varlık diye özel hissettiren şeyleri, ama aslında hiçbir özelliğini görmediğin, güvendiğin hallerin bile seni terk etmesi… Her terk edişte, kafanı yukarı kaldırdığında gördüğün o muhteşem manzara… Zihninin berraklaşması… Ve artık hiçbir zorluğun seni etkilemekte zorlanması…
Artık gücün nereye yetiyorsa küçük prens, senin için hangi yükseklikse orası… Oradan ufka bakışın… Detayların anlamsızlaştığı, hayranlığın arttığı an… Artık başkalarının hikâyelerini dinleyerek anlam kazandığını sandığın insandan sıyrılıp, yolculuğu bizzat yaşayan, sessizce kaybolan ve buna sadece şahitlik eden birisisin. Senin dışında kimsenin bilmesine bile gerek duymadığın bir yolculuk…
Geldim, bozkır kokan eteğine… Önce dökülen yemişlerden verdin bana. Baktım şöyle… Titrek ve ölçmeye kudretimin yetmediği yüceliğine… Biliyordum, yükseklerde hiçbir şey yetişmez. Neyle doyuracaktın beni? Sen sadece "gel" dedin… Sözüne güvendim. Eteğine tutunarak emekleyen bir çocuk gibi…
Yorumlar