HİDDET 
SERKANT DERVİŞOĞLU

Öğretmenler gününden beri garip bir öfke oluştu içimde. Şu veya bu sebepten dolayı birileri canımı sıkıp beni öfkelendiriyor. Hayat bu ya… Ardı arkası kesilmiyor desem yeridir.  
Ama sanki bir şey anlamak gerekiyor bu hadiselerden değil mi? Yoksa durduk yere neden bunlar yaşanır. Gelenekte olsa şöyle bir yöntem harika olurdu. Şimdi niye olmasın. Soralım o halde.
 Hz. Peygamber ne yapıyordu? O da muhakkak kızıyordu bir şeylere. Buradan şu çıkmasın. Her gün on bir İnşirah Sûresi arkasından on sekiz Ayet-el Kürsi okuyun dememi beklemeyin. Elbette fena fikir değil bunları okumakta. 
Şöyle bir rivayet var.  ‘Resulullah -bir gün-, ashabına ‘Siz pehlivan kime dersiniz?’ diye sorunca, ashap: ‘Kimsenin kendisini güreşte yenemediği kişiye’ cevabını vermiştir. Bunun üzerine Resulullah: ‘Hayır, pehlivan kızdığı anda, öfkesine hâkim olandır.’” 
Demek ki sakin kalmak ve gelen duygunun onu ele geçirip saman alevine çevirmeden onu kontrol altında tutmak önemli.  İllaki saldırgan olmaya gerek yok. Hatta bu kontrolsüzlük kendine madde kullanarak da verilebilir. 
Elbette küçük prenses iyi hoşta nasıl olacak bu şimdi. Efendimiz yine bir yerde diyor ki mekân değiştirin. Hareket edin yani. Abdest alın veya ayaktaysan bir otur kendine gel, oturuyorsan kalk. Çok hoş değil mi.  Çok hoş hem de. Proaktif bir çözüm. 
Hemen eline klavyeyi geçirip ver mehteri tarzında yapıştır gitsin aklındakileri. İşte o zaman sıkıntılı durumlar çıkabiliyor haliyle. Daha açık ve neşeli olsan mesela ya da zeki ve güvenli ifade gücünü kullansaydık daha dengede olabilirdik.
Anlıyorum. Bazı dönemler hayatın kendisi ve birikmişler çileden çıkmak için çok müsait bir ortam sağlıyor. Adeta kuşan kılıçları, tak miğferi Ya Allah nidalarıyla gir meydana, bire deyyuslar diyerek al kelleri tarzında bir yaşam sunuyor. İstemeyerek kabul diyorum gerçekten öyle çünkü. Hele o trafik yok mu en saf varlığın bile sabrını nasıl zorlar. Biz o trafikte nice yiğitleri kaybettik. Allah muhafaza. Halbuki o trafikte kendimize ve başkalarına karşı daha saygılı şahsiyetli olabilmeyi deneseydik bu saçma şeyler olur muydu?  Zannetmiyorum tabi. Olabildiğince her yerde olmak gerek zaten, sadece trafikte değil.
Hz. Mevlâna Divan-ı Şems’te ne güzel söylüyor. “Zaman halktaki bu birbirine hiddetle söz söylemeyi, kırıp geçirmeyi, şu gürültüyü patırtıyı kısa keser. Ölüm kurdu, bu sürüyü birbirine katar, parçalar gider. Herkesin başında bir gurur, bir ululuk vardır. Fakat ecelin sillesi, günü gelince her kafaya iner.”
Bunu okuduğumda Hz. Ömer’in bana ölümü hatırlat dediğinde ne demek istediğini anladım. Gözyaşları içerisinde boğuldum. 
Ne içindi bu hiddet? Hep ben davası yüzünden. 
Hak için mi?  Hiç zannetmiyorum.
Hüsamnâme’de Hz. Mevlâna diyor ki “Cehennem, o hiddet ve gazap gibidir. Ona bir düşmanlık lazımdır ki yaşayabilsin. Yoksa Allah'ın merhameti onu söndürür. O vakit, gazapsız ve kahırsız lütuf kalırdı. Bu takdirde, nasıl kemalât-ı saltanat olurdu?” 
Ölene kadar olan sürede biz bu süreçleri çok yaşayacağız. Orası çok net ama artık bunlara karşı nasıl bir olgunlukla göğsümüzde yumuşatıp yolumuza bakacağımız da çok önemli. Yoksa öfkenin hayatımızı nasıl cehenneme çevirdiği aşikâr. Artık bununla başa çıkabilmeyi öğrenip, dengeyi hayatımızda tatbik edip yaşadıktan sonrada bizi nasıl bir olgunlukla cennet atına binen süvari yapacağı da çok açık küçük prens.
Senin hiç uyanamadığın bir vakit, benim göz yaşlarım toprağa karışmış olacak.

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :