İNANÇ VE EYLEMİN DENGESİ
İNANÇ VE EYLEMİN DENGESİ
HATİCE FAHRUNNİSA
İnsan hayatı, belirsizliklerle dolu bir yolculuktur. Bu yolculukta karşımıza çıkan engeller, zorluklar ve beklenmedik durumlar sıklıkla içsel bir sorgulamayı beraberinde getirir:
"Acaba ne yapmalıyım?"
Elimizden geleni yapmış olmanıza rağmen kapıların açılmadığı bu zamanlarda sıkışmışlığın çaresizliğini tüm benliğimizle hissederiz.
İşte bu noktada, “Tevekkül” kavramı devreye girer.
Günlük hayatta karşılaşılan zorlukların üstesinden gelme çabasıyla birleşen bu kavram, insanın içsel denge arayışında merkezi bir rol oynar. Çünkü güven ve iradenin kesiştiği bir noktada, insanın yaşamına anlam ve huzur katma potansiyeline sahiptir ve akl-ı selim sahipleri kendini keşfin ve şahitliğin başladığı bu çizgide sekînede kalırlar.
İşinde başkasına dayanmak anlamına gelen tevekkül kelimesi kendi işini yapmaktan aciz olan kimsenin durumunu ifade eder. “V-k-l” kökünden türemiştir.
Vekil sözlükte, hususi manada “kendisine vekâlet verilen kişi”; umumi manada ise müvekkilin acziyeti sebebiyle kendisine vekâlet yetkisini verdiği kişinin müvekkil adına tasarrufta bulunması anlamında kullanılır.
Kısacası vekil, işlerini kendisine bırakanların işlerini en mükemmel bir şekilde yapan; kendisine güvenilip, dayanılan demektir.
Allah ise, insan yaşamının her alanında güvenip dayanacağı tek varlıktır. En güzel vekildir, en büyük vekildir. İşleri en güzel neticelendiren ve bu konuda kendine güvenen kulları, yani iman etmişleri bu eylemleri sebebiyle ayrıca tekrar mükâfatlandırandır.
Tevekkülde insan, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirip kendi irade ve ihtiyarıyla hedefe ulaşmak için elinden gelen çabayı sarf ettikten sonra Takdir-i İlahiye tabi olur.
Sınırlı bir iradeye sahip oluşumuz; sınırlarımızı aşan durumlarda, potansiyelimizi açığa çıkaramadığımızda, Allah’a dayanıp güvenmemizi gerektirir. Fakat bu durum bizi irademizi devre dışı bırakılıp gayretin terk edildiği yanlış bir tevekkül anlayışına götürmemelidir.
Bu hususta da bizi uyaran Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de tevekkülü konu edinen âyetlerde tevekkülde mutlak surette insan iradesinin etkili olduğundan ve iman edenlerin sağlam bir tevekkül inancına sahip olmaları gerektiğinden bahseder. (Hud, 56, 123; Yusuf, 67)
Tevekkül, içsel huzurun ve dışsal çabanın mükemmel bir denge içinde buluştuğu bir kavramdır.
Tevekkül sayesinde içsel huzura ulaşırız. Çünkü kişi Allah'a olan sonsuz güveniyle zihin ve kalp arasında bir denge oluşturur. Ancak bu içsel huzur, dışsal çaba olmadan eksik kalır.
Tevekkül, insanın çabasını artıran ve onu olumlu yönde harekete geçiren bir motivasyon kaynağıdır da diyebiliriz. İçten gelen güvence, dışarıdaki zorluklara karşı cesaret ve iradeyi ateşler.
Tevekkül ve çaba birbirini tamamlayan unsurlardır. İçsel huzurun yanı sıra dışsal dünyada da başarıya ulaşmak için gerekli en önemli eylemdir.
Tevekkül hayrın ve şerrin Allah'tan geldiği iman esasına dayanır ve kulluğun gerektirdiği tüm çabalar gösterilerek Allah'a olan güven ve O'nun iradesine teslimiyeti ile şekillenir.
Evet, kulun talebine bağlı olarak hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Fakat kul, kendi iradesi ile en güzel davranışı tercih etmelidir. Allah, fiilleri kullarının tercihlerini dikkate alarak yaratmaktadır. Eğer insan tercihte bulunmamış olsaydı, emir ve yasaklar abes olurdu. İnsanlığı hayra davetin elçileri peygamberlerin ve şaşmaz kılavuz olan ilahi kitapların gönderilmesi ve burada zikredilen azap ve nimet âyetleri hikmetsiz olurdu.
Haşa Allah lüzumsuz bir işte bulunmaz, bundan münezzehtir.
Yani hayır da şer de biz insanların talebi üzerine yaratılmışlardır. Sebeplere yaratıcılık vasfı yüklenemez.
“Bu benim alın yazım” ya da “Allah böyle takdir etti” gibi Kur’an’ın doğrulamadığı yanlış kader anlayışına bağlı bir yaklaşımla fiillerin ortaya çıkmasında irademizi yok sayıp, tercihlerimizi göz ardı ederek kendimizi suçsuz göstermeye çalışmamız Rabbimize iftira olur.
Bize düşen sebeplere sarılarak doğru seçim ve tercihlerde bulunup gerekli tedbirleri aldıktan sonra, neticenin Allah’ın irade ve takdirine bırakılmaktır. Kur’an-ı Kerim’de, insanın ancak çalıştığı takdirde emeğinin karşılığını alacağı âyetlerle bildirilir.
Kulun gayretinin yönüne göre Allah neticeyi takdir eder.
Sebeplerden ve tedbirden uzak sakat bir tevekkül anlayışı Müslümana yakışmaz. Bu insanı atalet ve zaafa sevk eder.
Sevgili Peygamberimizin savaşlarda zırh giymesi, gerekli tedbirleri alması, plan yapması örneği bile bizim bu konuda nasıl davranmamız gerektiğinin şifresini vermektedir.
Vesselam.
Yorumlar