HIZIRI’IN ELİNDE KEMİK VAR MI ?
HIZIRI’IN ELİNDE KEMİK VAR MI ?
SERKANT DERVİŞOĞLU
Kim bilir, birinin yüreğine dokunsan oradan nasıl bir ses gelir... O kişi ile iletişim kurmadan bunu anlamak zor olsa gerek. Herkes edep gereği ya da güçsüz, çaresiz gözükmemek uğruna bunu dile getirmekten pek haz etmez. Sonuçta, Medine dilencisi değilse, başka. Bu durumda artık yüzüne ve diline yuva yapmıştır.
Hele Hızır gibi yaklaşanlara ne demeli... Çok enteresan, bunu anlatmam lazım. Yıllardır hep duyarız Hızır Aleyhisselam’ı. Gizli bir kahraman gibi, mucizevi bir varlık olarak aramızda dolaşır durur. Hatta görenler anlatır; hikâyeleri yüzyıllardır, hatta insanlık var olduğu sürece anlatılagelmiştir. Bir defa, İskandinav mitlerinde bile vardır ki şekil değiştirir kendisi. Bizde de öyle; farklı kimliklerde zuhur eder. Başlı başına bir yazı çıkar ama giremeyeceğim, laf çok uzar. Unutmazsam yazarım: Kimdir, gerçek adı nedir gibi...
Nereden geldim buraya? Heh, şuradan: İki defa rastladım Hızır Aleyhisselam’a. Ama ikisi de sahtesiydi. Gerçeğini bilmem ama sahtesini iyi tanırım. Bu kadar olur; tipler ve seninle iletişime geçtiği ilk anın repliği bile aynı. Hemen elini sıkar, gözler büyür, hafif sürme de var. Allah var, kokularını hatırlamıyorum; olsa söylerim. Siyah tonlar hâkim; Hz. Peygamber’den, Ehlibeyt’ten, On İki İmam’dan eksiksiz isim sayma… Karşılaştığınız lokasyonda hangi evliya yakınsa, onun ismini zikretme… Ve kesinlikle sana söz hakkı vermeme… Bu kadar mübarek ve menkıbe sıralanınca etkilenmen lazım çünkü etkileniyorsun da. Performans muhteşem, belli; iyi çalışılmış. Hakkını vermek lazım.
Çok sevdiğim, hürmet ettiğim, feyz aldığım ve elinden geldiğince beni yontmaya çalışan bir büyüğüm demişti: “Bunlara dikkat et. İşte Hızır’ın başparmağının arkasında kemik olmaz, oradan anlarsın” filan diye kulağıma üflemişti. Nedeni Allahu âlem, tabii. Bu bilgi kalmış bende.
Velhasıl, ilki işe giderken çıktı karşıma. Anam, bir başladı Fransız mitralyöz otomatik tüfeği gibi… Hiç durmuyor. Beni adeta maneviyatın sırlı, kudretli kurşunlarıyla, taşlaşmış kalbimi delip özüme ulaşmaya çalışan bir asker gibi elimi sıkmış halde, ruhumu teslim etmemi bekliyor sanki. Anladım ki cüzdanımı teslim etmemi bekliyor. Nereden bileyim imanın ilk şartı cüzdanı teslim etmek! Direkt söylemiyor belki ama kurduğu cümlelerin sonu, cüzdanımı muhafaza eden askerleri tek tek indirmeye yönelik bir sniper edasında.
Tabii dostlar, ilkinde bu beklenmedik saldırı karşısında dona kaldım. Bu kadar dinimizin inşasında çalışmış mübareklerin isimleri ve olağanüstü hallerinin anlatımından etkilenmemek olmazdı. Üzerimdeki şok geçtikten sonra, uygun ve acele birkaç sözle başımdan savdım bu ulu zatı.
Diğeri de Divan Yolu’nda karşıma çıktı. Yağmurlu bir Kasım ayında… Bu da aynı şekilde, beklenmedik bir anda teyakkuza geçince “Hop!” dedim, elini bir sıktım. Kemiğe doğru bir abandım, bunun gözleri yerinden çıkacak gibi oldu. Bastıkça gözleri büyüyor ve konuya daha çabuk gelmeye çalışıyordu. Hızır’ın elindeki kemik zannedildiği gibi değildir’e bile getirdi. Yani aslında "Hızır’ım" diyor, “Sen sadece hangi kemik, tam anlamamışsın” gibisine getiriyor. Dedim: “Azizim, sen bırak... Ne istiyorsun?” Deyince, "Baktık olacak gibi değil" diye düşündü: “Sen şu üstündeki montu versene” dedi. Veremem dedim, gönderdim.
Kusuruma bakmayın, çok uzattım bu hatırayla. Milletin elini sıkarken iyice yoklayın kemik var mı yok mu diye yapmayın tabii de “Ne oluyorsun kardeşim, bize mi yürüyorsun?” demesinler; tadımız kaçmasın, değil mi küçük prens?
Kendimde çok hayıflandığım bir konudur: halden anlayamamak. Dalıp gidiyoruz gündelik hayatımızda; çok önemliyiz ya(!)... Etrafımızdaki insanların durumlarından bihaber yaşıyoruz. Dünya bizim etrafımızda dönmüyor ki… Hep beraber yaşıyoruz. Gülüp oynarken hayat güzel ama yardımlaşmak, hâl hatır sormak çok zor değil. İçtenlikle yapıp, olan biten karşısında tevekkül içinde olup, artık bundan sonra olacaklar için mutlak bir kabul ediş içinde mutmain olabiliriz.
Beklentisiz bir şekilde yardımlaşmak... Bir dokunuş, bir söz çok faydalı olmaz mı? Belki senin için olmaz ama O’nun için mutlaka olur. Yukarıda bahsettiğim, Hızır hakkında bilgi veren o mübarek demişti ki:
“İnsanlar Hakk’ı bulacağım diye türlü türlü şeyler yapıyor. Tamam güzel de, o senin zannettiğin gibi olmaz ki.”
Efendim nasıl olacak, dediğimde:
“Sen hiçbir hastayı ziyaret ettin mi, nasılsın diye sordun mu? Muhtaç birine dokundun mu, susuz bir canlıya su verdin mi? İlme ihtiyaç duyan bir talip olana ilmini paylaştın mı? Böyle bir sürü komşumuz var; onlar türlü açlık içindeler. Sadece mideleri değil ki aç olan. Gönülleri, eksiklikleri, ilimleri, cepleri, dimağları da aç... Değil mi küçük prenses.
İçimden geldi, Divan-ı Kebir’den bir şey açalım da Hz. Mevlana bizim için ne söylüyor…
•Komşuların, dostların yardımı olmasa bile bir iş yoluna girebilir ama, Sen'in takdirin olmasa, o iş asla olmaz! Sen'in aşkının yarası, şu gönlümdedir; onun başka yeri olamaz!
•Yarattığın güzel eserleri görerek, aklın gözü, Sen'in mestin olmuştur! Kudretinin, yaratma gücünün karşısında feleğin çarkı alçalmıştır! Zevk ve neşenin kulağı da Sen'in elindedir! Yani, zevki ve neşeyi de ancak Sen'in lütfunla duyarız; Sen'siz hiç bir şey olmaz Allahım!
•Can, Sen'in aşkınla coşar; gönül, Sen'in sevgi şarabınla mest olur; akıl, Sen'in yarattığın güzellikler karşısında şaşırır kalır! Sen'siz hiç bir iş başa çıkmaz Allahım!
•Mevkiim, şerefim, malım mülküm hep Sen'in lütfun, ihsanındır; yediğim yemeği, içtiğim suyu da Sen lütfediyorsun ! Sen'siz bunların hiç biri olmaz Allahım!
•Bazan vefaya doğru gidiyorsun, bazan cefaya doğru! Sen benimsin; nereye gidiyorsun? Hiç kimsenin işi Sen'siz başa çıkamaz!
•Sen'siz bir iş başa çıksaydı, Sen'in koyduğun kurallar gereğince işler yürüse idi, dünyanın altı üstüne gelirdi; herşey bozulur, altüst olurdu! Güzelliği ile dillere destan olan İrem Bağı cehennem kesilirdi! Sen'siz hiç bir iş başa çıkmaz Allahım!
•Dostum! Sen olmasan, Sen bana yardım etmesen, işim gücüm yıkılır gider! Ey benim can dostum, ey benim dert ortağım; Sen'siz hiç bir iş yürümez!
•Bana, Sen'siz yaşayış da hoş değildir, Sen'siz ölüm de hoş değildir! Gamından nasıl baş çekeyim, nasıl kurtulayım? Sen'siz hiç bir iş başa çıkmıyor ki!..
•Ey lütfuna, ihsanına dayandığım, güvendiğim Allahım! Ne söylersen söyleyeyim; iyiden kötüden ayrı değil; içinde iyi de var, kötü de var! Lütfet de Sen söyle: Sensiz hiç bir iş yürümüyor değil mi?
Yorumlar