MAĞDUR MÜCAHİTLER

MAĞDUR MÜCAHİTLER
SERKANT DERVİŞOĞLU

İnsanın varoluş alemine baktığımızda,yaşamının yegane sebeplerinden biri hayatta kalma içgüdüsü ve mücadelesidir. Yeme, içme, barınma gibi temel ihtiyaçlar için verdiği amansız savaş, onu ayakta tutmak için bir noktaya kadar etkili oluyor. 
Bu varlık, gün geçtikçe elinde olmayan sebeplerden ötürü, yani hayatın doğal süreci içinde düşünmek ve gelişmek zorunda kalıyor. Hayatına sanat gibi düşünce dünyası gibi içsel ve dışsal etkileşimini birleştirerek ortak bir yerde konumlandırarak medeniyet meydana getiriyor. 
Burada dinlerin oluşumuna girmek istemiyorum. Normal, seküler, ahlaklı, erdemli medeniyet kuran insanın yolculuğuna dair götürmek istiyorum bu yazıdaki yolculuğumuzu sizlerde uygun görürseniz eğer. Belki sonra bir yerde değiniriz, bakacağız, şimdilik böyle gidelim.
Bahsettiğimiz insan, bir şeylerin mücadelesini vererek toplum içinde bir yere geliyor ya da gelmek istiyor. Temel ihtiyaçları karşılanmış, üstüne kafa yormuyor. Nasıl olacak, bilgi birikim, meslek ünvanlar, beceri geliştirme gibi ki bir şekilde var olmalı. 
Modern toplum bize bunu öğretiyor, oradan biliyoruz bunu. “Ne mezunusun?”, “yetenekleriniz bu da yetmez”, “doktoranız var mı?” Tamam, bunlar liyakatlı işler için önemlidir, olmalı da. Bununla insanların üstüne basarak gezemezsin, o diploma da öyle bir şey yazmıyor. Belki de yazıyor, biz mi göremiyoruz bilmiyorum. Özel bir ayin yapıp gizlice bir ekstra belge mi veriyorlar  CEO'lara, genel sekretere, doçent doktora, üretim şefine, büfedeki dayıya ? Bilen varsa söylesin.
Asıl tuhafıma giden, yukarıda saydıklarım, normal rastladığımız sevimsiz adamlar değil. Bir de gizlice kendini yüksekten bir yere konumlandırarak, öte git dese alınıp şahsiyetini hiçe sayılmış gibi tavır takınanlar var. Sanki sen devlet başkanıymışsın da misafir olarak gittiğin bir ülkede o ülkenin devlet başkanı seni ağırlamamış gibi ya da şu kadar süre bekletmiş gibi tavır takınıp hayatını zehir eden ve etrafındakilerin de hayatını zehir eden insan portresinden bahsediyorum. Ve olayları anlatırken de, ona bunu yapanların bile bu kadar etki yarattığından haberi olmamaları da ayrı bir trajikomik hadise.
Gel gelelim, bu mağdur küçük prensesimiz bir mücahit edasıyla çıktı şanlı yolculukta anlattıklarıyla, nesli tükenen hayvanlar için verilen mücadele gibi, parti başkanları sedasıyla bölge bölge gezip oy toplama yarışında seçmenlere verilen emeklerin ve gayretlerinin boş lafırtılarının sahte efektleri eşliğinde kitleler halinde yürümesini sağlıyor ve bundan zevk almaya başlar hale geliyor. 
Valla anlatırken yoruldum, şimdi Allah aşkına sen ne anlatıyorsun, diyorsun. O kadar çok maruz kaldığımız bir hikaye ki bu. Burada maruz kaldığımız derken sadece aklınıza herhangi biri yapmış gibi gelmesin, bizde kendimize bunu yapıyoruz ve kendimiz vesveseler yumaklarını toplayan çöpçüler gibi o mukaddes evimize getirip günlerce haftalarca kokup oturmuyor muyuz? 
Sonra bu çöp gibi olan, yaşadığımız anlamsız olayların baş kahramanı olan mağdurların çaresizlerin ölümsüz koruyucu kahramanı hâline getirip hem zihnimizde hem de dilimizde bunu Nelson Mandela gibi Gandhi gibi kılıçsız mücahitler edasıyla avare avare dolaştığını ne zaman unuttun, küçük prens?
Haklı davanda toplamadın mı insanları beraber gömmediniz mi o çöpleri evine getirip atan insanları. Sanki onlar attı o çöpleri değil mi güzel kardeşim?
Yersen tabii. Sen nasıl bu kadar özel olabilirsin ki. Senin şanlı şahsına hakaret gibi algılıyorsun, her olumsuz ve menfaatlerine ters düşen olay karşısında. Kimsin sen ya?
Uğur Canbolat hocamın güzel bir sözü vardı, orjinalsin de zannettiğin kadar özel değilsin. Kimse değil bu ara. Eğer mücahit olacaksan, o bambaşka bir olay. Mücahitlikte sen yoksundur bir defa, haklı dava vardır. Hak olan için mücadele edilir. Ve büyük oranda hak olan davada seninle şahsiyetinle ilgili değildir. Daha büyük değerler ve ilkelerle alakalıdır. Senin sürekli pohpohlanıp rahat edilmediğin, onaylanmadığın, şımarık durumdan bahsetmiyorum. Bu anlamsız içine gömüldüğün toprağını kürek alıp kendi üstüne attığın bu durumdan ivedi bir şekilde çıkman gerekir. Vesvesede kaldığın bu çıkılmaz duygu durum bozukluğu senin yaşamını kendi kendine çekilmez ve dilinde hak olsa bile gönlünde olmayan putperest haline getirecektir.
Değer mi, değmez. Gel vazgeç, bu bir yere varmayan sevdadan. Ey gönül artık hazırlan kır çiçeklerinin kokusundan mest olmuş divaneler gibi koşmaya. Yüreğini mis kokularıyla doldur. Sürekli düzlüğe çıkabilecek iken ve eşsiz yeşilliklere doğru ilerleyecekken, o güzel doğayı mayın tarlasına çevirip kendi koyduğun o mayınlara basmaktan korkan biri olma.
*Resim: Le Carnage (1890) Georges Jules Victor Clairin (French, 1843 – 1919)

Yazıyı Beğen :     1
Paylaş :