PUTPEREST
SEVAL YILMAZ

İslamiyet öncesi Mekke hayatında hâkim olan ve "cahiliye dönemi “olarak adlandırılan süreci hatırlayalım istiyorum biraz. 
Bu konudan bahsedildiğinde gözlerimizi sonuna kadar açıp, şaşkın ve kınayan bakışlarla dinledik hep anlatıcıyı. Nasıl bir cehalet haliydi ki bu insanlar kendi yaptıkları heykellere tapıyordu ve bu şekilde Allah'tan başkasını ilah ediniyordu.
Bize göre kara cahilin önde gideniydiler. Biz o koşullarda olsaydık... neler yapmazdık, her şey daha kolay olurdu değil mi?
İçlerinden sözüne en güvenilir olan elçi olarak seçilmişti halbuki. Hz. Peygamber'in itina ile ilettiği kutsal mesajın doğruluğunu içten içe bildikleri halde dinlemeye dahi korktular. Ya dinlediklerinde hemen anlayıp da "atalarının dinini" terk ederlerse idi... Zira sanılanın aksine ticaret, edebiyat ve sanatta ileri seviyede olan Mekke toplumu için "güzel sözü anlamak ve aktarmak" epey kolaydı. Ne kadar ilginçtir aslında üniversite düzeyinde eğitimli olmaları. Yoo yoo... cehalet, insanın diplomalarla arınamayacağı bir durumu ifade eder çoğu kez. Ayrıca bu zarafetten yoksun, anlayışta sığ ve sabit fikirli olan zihniyet, gümüş işlemeli libas ile bezense dahi davranışta kabalığın zirvesini ortaya koyar.
Hz. İbrahim'den beri Kâbe’nin tavaf edilmesi hiçbir koşulda terk edilmeksizin gelenek haline gelmişti. Sanılanın aksine bu topluluğun içinde gizliden gizliye "İbrahim'in dinine tabi olan ve yenice karşılaşılan bu aşina mesajı vakti geldiğinde hızla ve heyecanla kucaklayan bir kitle vardı. 
Öte yandan Kâbe’nin çevresi ise her Mekkelinin şahsına özel hazırlayıp itina ile kaidesine yerleştirdiği tanrıcıklar ile donatılmıştı. Tavaf, kişinin kendi putuna secde etmesi ile başlayıp tur bitip de aynı noktaya vardığında tekrar puta secde ile tamamlanan bir ibadeti ifade ediyordu. Burada önemli olan, herkesin, birbirinin tanrıcığına saygı duyup, kendi yolunda yürümesi. Tabii ki Peygamber Efendimizin gelip de arkasını puta, yönünü de Kâbe' ye dönerek namaz kılması, bu nesnelere büyük saygısızlık olarak algılanmış. 
Putperestliğin, ilahi mesajı taşıyan bir Elçi'nin vefatı sonrasında, kendisine duyulan saygının bir ifadesi olarak yapılan heykellere saygı duruşunda abartıya kaçılması ile "tanrı" rolünün atfedilmesi sonucu ortaya çıktığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Ne yani, Resulün "bir insan olarak vefat etmesi" üzerine dikilen put muydu mesajın sahibi?  Tabii ki burada asıl vurgulamak istediğim, insanın "gerçekte doğru istikamet üzerine iken, tamamen iyi niyet temelli gibi görünen sevgide ifrat davranışı nedeniyle" konunun bambaşka boyutlara taşınmasıdır. Bu bağlamda son Elçi'nin getirdiği Vahyin ilk etapta " ataların dini" gerekçesi ile reddedilmesi ise büyük bir ironidir. 
Putperestlikten bahsedildiğinde zihnimizde hemen önündeki herhangi bir hammaddeden mamûl heykele anlamlar yükleyip secde eden insanlar gelir. Put, putperestin hakikat ile arasına kendi ördüğü duvar gibi sanki. 
Cahiliye dönemindeki putperesti kınayan insan, zaman zaman bir kişiye ya da bir kişiyi işaret eden nesneye büyük tutkuyla bağlanır. Kalbinin ortasına diktiği heykel o kadar yer işgal eder ki, artık damarlarında kan yerine bu hastalıklı hal dolaşmaya başlar.  Yetmezmiş gibi beklenen ilgiyi sağlayamayan hayatındaki insanları ise kendi putunun kafiri ilan eder. Saplantılı bir hâl içinde erişilmek istenene ulaştırıyorsa ahlaksızca dahi olsa kullanılabilecek tüm yöntemlere "mübah" gözüyle bakar. Kur'an'ın dosdoğru mesajını, eğip büküp kendini haklı ve kârlı kılacak çıkarımlara dönüştürmeye çalışır. Başka bir deyişle, "kendi putuna secde ederek başlattığı tavafı, hakikatin etrafında dönüp dolaşıp" da o hakikati asla gönlüne düşürmeden ve yine putuna sarılarak tamamlar.  
"Toptan Allah'ın ipine sarılın" mesajının " ey aklı kıtlar! toptan patronun putuna sarılın, yoksa fena olur" olarak anlaşılması için her türlü zemini hazırlar. Biri çıkıp da itiraz etmeyegörsün; alemlere ibret olarak "ataların dinine hakaretten meydanlarda sallandırıverir. Bu çerçeveden düşününce kiminin putu bir makam masası, kimininki ise yaldızlı unvanlar olur. 
Put, güzelliği ile dillere destan bir dilber ya da bir yiğit delikanlı ile ona duyulan -öyle sanılan- aşkı ifade edebilir ki bu duygunun resetlenmesi de bir anlıktır. Ters bir hareket, bir söz ya da yılgın bir omuz silkme yeter.
"Ataların dini" hükümleri bazen bir bilim insanının ilaç firması ile imzaladığı sözleşme metnidir. O imzadan sonra senin bedeninde herhangi bir zehri deneme hakkını kendine helal görür. İtiraz edemezsin çünkü onun gözünde önemi yoktur.  Karar verilmiştir bir kere ve sen kurban olarak seçilmişsindir. Eğer diretirsen vatan haini olarak dahi ilan edilebilirsin. Araştırmayı ve akletmeyi gerekli görmeyenin "alim" olduğunu sanması ve alim olanın da kibirle tanrıcılık oynayıp durması hem kendine hem de muhataplarına ne büyük zulümdür. Zira, İblis de bir âlimdi. 
Doyumsuz bir ego kadar kurban isteyen başka bir put var mı acaba? Maazallah.
Eskiden nüfus cüzdanlarımızda "Dini;..." ibaresi vardı, şükür ki yeni nesil kimliklerde bu bölüm yok. Nihayetinde belirtmeye de gerek yok. İster kabul edelim ister etmeyelim, çoğumuz kendi çapında birer putperestiz.  (Tövvbe estağfirullah !!! Dediğinizi duyar gibiyim lakin...) 
Üstelik de birbirinin putuna çamur atma alışkanlığı yüzünden aklını kullanmayı unutan zavallı putperestler...
Kimi zaman evlat ile, kimi zaman malımız ile, kimi zaman da sağlığımız ile sınanıyoruz. Belki de aslında "muhtemel putlarımız" ile. Peki bu kısır döngüden nasıl çıkılabilir sorusunun cevabı şüphesiz “elimize baltayı alıp da birer "İbrahim" e dönüştüğümüzde" ya da diğer bir ifadeyle; “putu ardımızda bırakıp da akıl, gönül ve ruhuyla düşünen insanî bir hal üzere yönümüzü dosdoğru kıblegâha döndüğümüzde" dir.
Peki ya sen! Bu yazının kalemini elinde tutan! Söyle senin putun nerede? Yoksa olmadığını söylerken içinde büyüttüğün mü?
 

Yazıyı Beğen :     1
Paylaş :