ŞAHİT VE MÜŞAHİT İLİŞKİSİ

ŞAHİT VE MÜŞAHİT İLİŞKİSİ
UĞUR CANBOLAT

AHLÂK-I HASENE erleri, şahit ve müşahit konusunda doğru dengeyi tutturan insanlar arasından çıkarlar. Bu mesele onlar için çok mühimdir zira hayatın kalbinde aktif olarak yer almakla eşdeğer bir durumdur. Bu sebeple şahitliklerini bir an olsun bile aksatmamak için azami dikkat gösterirler.
Güzel ahlak yolcuları için yaşama ve olaylara tanık olmak bir nevi varlığı okumak, onların dilini çözmek, konumlarını fark etmek, görevlerini idrak etmek gibi anlamlar barındırır.
Şahit olan kişi kendisini, dünyaya geliş sebebini ve yine burada bulunuş nedenini bilmeli ve bunu bir bilinç seviyesine çıkarmış olmalıdır. Yoksa hakkıyla şahitlik edememiş olur.
Kişinin sahih şehadeti için sağlam bir ilme sahip olması, bu ilmi şaşmaz ve eksiksiz bir kaynaktan doğru biçimde tahsil etmesi yani kendinde doğru verileri husule getirmesi zaruridir.
Bu yapılamadığında görüşü nakıs olur.
Kavrayışı yetersiz olur ve değerlendirmeleri genele yansımayacağından parçacı olmak durumunda kalır. Bu ise tanıklığını eksikli yapması anlamına gelir ki, manasını yitirir.
Şahit olmak hazır olmayı zorunlu kılar. Hazır olmaksa sadece fiziken mevcut olmayı değil aynı zamanda donanım ve görüş açısı bakımından da hazır olmayı icap ettirir.
Yüksek erdem yolcuları şahit olmak için gerekli şartlardan birini hatta birincisini diri olmak olarak değerlendirirler. Diri olmayan, yani ölü olan yetilerini kaybetmiş olduğundan şahitlik edemez. 
Gerçek anlamda şahit olmak, hazır olmak, ancak ve ancak insanın yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim ile zihnen, fikren, ilmen, aklen ve kalben diri olmasıyla mümkündür.
Bu ise değişmez ilkelere, sabitelere, hükümlere sahip olmak manasına gelir ki, vahiy ve onu getiren Resul-i Ekrem Efendimizin mübarek örnekliği ile beslenir ve karar kılar.
Vahyin ilkelerine göre görme becerisini elde edememiş kişi şahitlik edemez.
Zira hakikati tümüyle görmesi söz konusu değildir.
Çünkü Rabbimizin buyruklarıyla beslenemeyen manen diri değildir.
Dolayısıyla göremez, duyamaz ve dokunamaz.
Olgularla hareket edemediğinden algılara yönelir ve burada şer güçlerin tuzaklarına fena halde yakalanır.
İkrarı bu sebeple eksikli hatta çoğu defa ayıplıdır.
Uyanık olmayan bir kalp ve çalışmayan bir akıl ile gördüklerini doğru anlamlandıramaz. 
Muhakemesi sakatlanır.
Ancak doğru beslenen ve sarsılmaz asılları vahiyden elde etmiş olan kişi Rabbimizin yarattığı tüm varlıkların varlıklarına ve onların yaşamlarıyla dile getirdikleri mesajlarına tanık olur.
Güzel ahlak yolcuları bu işi evvela kişinin kendi kendine olan şahitliği ile başlatırlar ki, kendisine tanık olan yani şahit olacak olan diğer yaratılmışlarla doğru ve sahih bir ilişkiye geçebilsin.
Kendisinin kâinata ve hadiselere şahit olması gibi onların da kendisine tanıklık edeceği, şahit olacakları şuuruna ulaşmak yüksek erdem yolcuları için önemlidir. Buna şahit ve müşahit ilişkisi denir. 
Ey hakikat yolunun şahit ve müşahit ilişkisini ciddiye alan dikkatli yolcusu!
Bilmelisin ki, hazır olmak, bilmek, gözlemek, uyanık olmak, gördüklerini idrake getirerek sahih yorumlamak vazgeçilmezdir.
Şahitliğini burhana yani zannî olmayan kesin bilgiye sahip olmakla gerçekleştirebilirsin. 
Sabit değerlerini doğru tespit edip bunlara dayanarak yerine getirebilirsin. 
Karıştırılmayacak şekilde ayrıştırılmış, sahih bilgilerle tanıklığını ifade edebildiğin zaman beyanda bulunmuş olacaksın ki, şehadette esas olan budur. Sözün olguya, olgunun söze uygunluğu demek olan sadıklık ancak bu şekilde gerçekleşebileceğinden titiz davranmalısın. Sözün ile sözün kastettiği anlam birbirine mutabık olmadan gerçek şahitlik oluşmayacağından hile karıştırmamalısın.
Bunlara sahip olduğun vakit diğer varlıkların da sana şahitlik edeceği bilgisini özümseyeceğinden ikisinin birbirini doğrulamasını sağlamış olacaksın. 
Yani şahitlik ve müşahitlik münasebetinde adaleti tesis edeceksin.
Ki, bu nefis ve şeytandan tam bir hürriyeti elde etmiş olanların marifetidir.
 

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :