TEREDDÜTÜN İMKÂNI

İnsan iradesinin en zayıf yanı ile en büyük potansiyelinin karşı karşıya kaldığı an, tereddüt anıdır.

O an bir seçim yapmak zorundasınızdır ancak olduğunuz yerde donakalırsınız.

Bir şey yapmak ile yapmamak arasında, hareketsiz, bir noktada çakılı kalmış gibi üstelik.

Kalıverirsiniz.

İnsanın çekingen ve kararsız tavrı aklını iyice örter. Ne zihinden gelen bir ses duyulur ne de gönlün çırpınışları hissedilir.

İşte bu anlar “tereddüt” anlarıdır.

Eylem ile eylemsizlik arasında kalınan, karar verememe duruma tereddüt deriz.

Yaşadığımız herhangi bir olay karşısında itidalde davranmayışımız çoğu zaman karşımıza dört askeri ile çıkar. Bunlar, korku, telaş, şüphe ve tereddüt gibi olgulardır. Kendimize ait sıfatların yapısında doğruyu tanımlamadığımız ve hatta yaşamımızda fiile geçiremediğimiz sürece bunlar devam ederler. Aşılacak kaf dağımız burasıdır ve aynı zamanda bizi örten en büyük perdelerimiz bu olgulardır.

Allah bir Âyet-i Kerimesinde “Hem önlerinden bir set, hem arkalarından bir set çekmişiz ve kendilerini sarmışızdır; artık baksalar da görmezler.” buyuruyor Yasin Sûresi 9 âyetinde.

Ön ve arka setler için ifade edilen elbette başka anlamlar da vardır. Fakat sonuçta hepsi benliklerin oluşturduğu setlerdir.

Bu yüzden de tereddüdü başlı başına yani tek başına bir zihinsel ya da duygusal olgu olarak tanımlayamayız. Korku ve telaş gibi insanın ruh dünyasını kaosa sokacak bir durumu yoktur. Tereddüt direk karar verme mekanizmasının merkezindedir.

O an bizler için gerçekleşmesi mümkün olan, olmayan tüm olasılıkların hepsi aynı anda ve aynı ihtimaller zincirini oluşturur.

Bu belirsizlikten çok farklı bir durumdur. Bütün ihtimallerin bir arada olma savaşı, meydanda toz kaldırır fakat baktığınızda hiçlikten başka bir şey göremezsiniz.

Bu anlamda algılamış olduğumuz olaylarda bizi doğru eyleme geçirecek bir irade kırılması olarak da tanımlanabilir tereddüt.

Algıdan eyleme geçişte bir elektrik kesintisi gibi hissederiz. Belki de arafta kalma hâli yaşadığımızı duyumsarız. Ama sonuçta tereddüt yaşadığımız zamanlar bizde tüm suçlamalara karşı bir reddediş ve radikal kararlara iç direnci oluşturur.

Yani tereddüdün kendisi başlı başına bir eylemdir.

O an geçmiş ve gelecek bir olur ve bu bütün gelecek eylemlere ve olaylara eşlik edecek bir tür “Hayalet eylem” ortaya çıkarır. Geçmişteki tüm acılar ve geleceğe yönelik kaygılar kişinin zihninden hızla geçer. Sonrasında ise tüm sorular tereddüt içindeki kişiyi korku, şüphe ve içsel telaş içinde bırakır.

Oysa kalbe gelen ilk his tanımlansa ki, bu ilk his ve düşünce iyi ve hayırlı olarak kabul edilir, tereddüt etmemizin önüne de geçebilir

İlk düşüncede nefsin sesi tercihe karışmaz. İlk düşünce yalındır, şeytanın sesi içinde bulunmaz. Buna “Rabbani Hatır” denir.

Kalbe gelen bu ilk his ve düşünce nefse yerleştiğinde irade ismini alır.

Kalpte gerçeklik kazanması ile amaçları meydana getirir. Sonrada niyet ve azm şeklinde fiil samimi bir şekilde tasarlanır. Çünkü zaten kişide var olan bu kararlılık  ve niyet bilinçaltı dünyasına çoktan yerleşmiş bir tohum gibi kök salmaya başlamıtır. Bu o an bilinçli bir şekilde bilemez sadece.

Tereddüdün ortadan kalkması işte bu sır ile,  azim sırrı ile açığa çıkar. O konuda göstermeyi hedeflediği niyet ve gayret ile…

Gerçek anlamda istemek, iyilikte sebat ve kararlılık, kesin karar vermek ile…

Fakat bizler için oyun henüz bitmemiştir.

Azmimiz bütün maddî-mânevî, bedenî-ruhî kuvvetleri toplayıp acaba bizleri hedefe yöneltecek mi?

Anlaşılıyor ki, tereddüt aslında imkânımızdır.

Önemli bir imkân.

Yukarıda bahsedilen dört askerin kurşunlarından korunarak tevekkül ile engin bir sükunet içinde  kalınabilirse bu imkân doğru değerlendirilmiş olur.

Belki de tevekkül tereddütü bir sermaye haline getirecektir.

Zira tereddüt bize sorular sordurur.

Ve soru sormak kendini görmenin en güzel yoludur.

Vesselam

Yazıyı Beğen :     1
Paylaş :