TESBİH İnsanın Merkezlenme Arayışı
TESBİH
İnsanın Merkezlenme Arayışı
HATİCE FAHRUNNİSA
Kendilik bilincine göre “Merkezlenmek”, bireyin kendi iç dünyasına, düşüncelerine, duygularına ve deneyimlerine odaklanarak, kendini anlama ve eylemlerini doğruya sevk etme sürecidir. Yaşam alanlarındaki eğri bakışlarımızı düzelterek ve bunun sonucunda doğru olanı yaparak güzel ahlakı yaşamımıza geçirdiğimizde Kur’an ile Yaratıcımızla çok daha güzel bir bağ kurmuş olacağız. Bu odaklanmamızın temeli olmalıdır.
Merkezlenmek kişinin kendi isteklerini, zanlarını ve dünya görüşünü ilk sıraya alması değil, dengesini kendi fıtratına yani yaratılış kodlarına göre kurmasıdır.
İnsan bunu başarmak için bir merkeze ihtiyaç duyar. Merkez, kendi hakikatimizi ortaya çıkartanın ta kendisidir esasen. İnsan düşüncelerini, inançlarını ve fiillerini Allah’ın istediği şekilde ve fıtratının gerektirdiği tarzda dengeye gelerek Rububiyet olan merkezin etrafında bir yörüngeye oturtur. Merkez Rabbimiz olunca bizi etkileyen olayların aslında yaşamımızı kolaylaştıran nice çözümler sunduğunu görerek büyürüz. Hatta doğanın muhteşem akışı içerisinde sade ve dengede yaşayarak zihinsel sağlığımızı koruruz.
Tıpkı gezegenlerin güneşi merkez baz alarak oluşturdukları bir yörüngede ilerlemeleri gibi. Fakat bu devinim sadece güneşi merkeze almakla kalmaz. Güneşle birlikte başka bir merkezde devam eder. Bu kez daha büyük bir yörünge görülür. Samanyolu galaksisi merkezinin etrafında bir dönüşünü yaklaşık 250 milyon yılda bir tamamladığı bir yörünge.
İnsan aynı şekilde bir kez Rabbin yörüngesinde kendisini sabitlendi mi onunla birlikte bir yörüngede daha olduğunun farkına varmaya başlar. Bu kez merkez Haktır.
Görebildiğimiz ve göremediğimiz bütün varlıklar, Allah’ın kudret ve rubûbiyetinin âyetleridir. Dengeye gelme çabasında olan insan ise bu hikmeti; olayları, tabiatı ve en önemlisi kendini okuyarak elde eder. Rab kelime anlamıyla bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar, kademe kademe inşa edip geliştiren demektir. Allah, her varlığı kendi yaratılışına uygun şekilde terbiye eder, yetiştirir ve geliştirir.
Tıpkı güneşi ve ayı biçimlendiren ve onları bir yörüngede sınırlayarak kendine has özellikleriyle hüküm sürüp yüzdürmesi gibi, Allah da insanın kendi yörüngesinde sabitlenmesini kendi iradesi ile merkezlenmesini diler.
Onların kendi yörüngelerinde nasıl yüzdüğünü yani tesbih ettiklerini Kur’an’da bildirmiş, Allah’ın mutlak özgün, yetkin ve etkin olan oluşunu kâinat üzerinden de örneklendirmiştir. İnsandan da istenen budur. Allah’ın koyduğu ölçü ile kendi görevini yapmasıdır.
“Sebbeha” kökünden gelen tesbih Allah’ı her türlü eksiklikten ve O’nun yüceliği ile bağdaşamayacak her türlü nitelikten tenzih etmektir. Tesbih gerek sözlü gerek fiili ve gerekse niyetle ilgili ibadetlerin geneli için kullanılır. “s-b-h” kelimesinin kök anlamı olan ‘hızlı biçimde yüzme’ ile ilişkilendirildiğinde, tesbihin her türlü kötülükten hızla uzaklaşmak anlamına geldiği söylenebilir.
Kur’an’a göre ister yerde ister gökte ya da ikisi arasında olsun, akıllı-akılsız ya da irade sahibi olan veya olmayan evrendeki bütün varlıklar Allah’ı tesbih etmektedirler (İsrâ 17/44). Bu evrensel tesbihte tüm varlıkların hepsinin fıtrî olarak kendilerine has bir tesbih şekli bulunur. Yani kendilerine özgü kulluklarını ibadetle ifa ederler.
Varlıklar tesbih ederek Allah’ı tenzih ederler yani eksik sıfatlardan beri oluşunu beyan ederler. Yine aynı kökten gelen Sübhan ise fıtratının gereğini onlara yaptırır ve devamını sağlar. Bütün eksikliklerden, hatalardan ayrı, kusursuz, mutlak hakimiyet sahibi olan Sübhan eksiksiz işleyen, yörüngesinde yüzüp akıp giden bir düzen kurmuştur.
Evrensel tesbihe bir anlamıyla belki kader de diyebiliriz. Çünkü Kur’an, kudret ve ölçmeyi aynı kelimeyle yani kader ile ifade ettiği gibi, ölçme ile yakından ilgi kurduğu diğer bir kelime daha kullanır: EMR
Öyle ki Allah’ın emrine tabiat dahil hiçbir varlık karşı gelemez. O yüzden Kur’an tabiata müslim yani müslüman der. Çünkü tabiat kendini Allah’a teslim edip emirlerini yerine getirir.
”Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O’na teslim olmuştur.” (Al-i İmran 3/ 83).
Bu ayetin bildirdiği üzere evrenin içerisinde yer alan varlıkların Allah’ı tesbih etmesi de evrenin Müslüman oluşunu yani emre teslim oluşunu gösterir.
Akıl ve irade gibi başkalarında olmayan iki önemli donanıma sahip olan insanoğlunun O’nun emrine karşı gelmemesi, iradesini O’nu tesbih etme yönünde kullanması, teslim olması yani Müslüman olması demektir.
İnanmış kişinin Peygamberinin izinden giderek onu örnek alması tesbihtir.
Kur’an’a sımsıkı sarılarak anlamaya çalışması tesbihtir.
İnsanın gerçek anlamda “Müslümanım” diyebilmesi için kendini bilerek, her türlü iç ve dış etkilerden sıyrılıp merkezlenerek yörüngesini sabitlemesi Sübhan olan Allah’ı tesbih etmesi, iradesi ile fıtri yapısının gereğini yaparak dengeye gelmesi gerekmektedir. Bunu ister lisân-ı kâl, yani ifade ile ister lisân-ı hal yani davranışı ile yapsın her ikisi de tesbih etmektir.
Çoğumuzun bu bilinçten uzak olarak elimizdeki tesbih ile çektiğimiz zikirlerin neden bu bilince ulaştırıp bizi merkezlenmeye götürmediği hususunda biraz düşünmemiz lazım.
Bu elbette bir süreçtir, uzun bir yolculuktur.
Ümidi kesmek yasaktır ama bahsedilen amele dönüşmeyen kuru bir ümitse içini acilen doldurmamız şarttır. Yoksa evrenlerin merkezlenip yaptığı tesbihe iştirak edemeyiz. Dışarıda kalırız.
Bu ise fıtratımızdan uzak düşmemiz anlamına gelir.
O halde merkezlenme arayışına girelim ve gerçek anlamda tesbihe yapışalım.
Yorumlar