VAROLUŞUN KENARINDA KOŞARKEN

VAROLUŞUN KENARINDA KOŞARKEN 
SERKANT DERVİŞOĞLU 

İnsan, hakikaten çok acayip bir varlık. Her ne olursa olsun, kendine bir pay çıkarıp ondan beslenebilmesi, adeta bir vampir gibi bu durumuna şaşırmamak elde değil. Bu olağanüstü yeteneği hep hayranlık uyandırmıştır. Nasıl oluyordu da bunu yapabiliyordu?
Kendi potansiyelinin farkında olmadığında, farklı bir deneyim karşısında kendini aciz hissettiğinde, yani bir şekilde kendisine ayna tutulduğunda hissettiği şey, onda bir varoluş sancısı yaratıyor. Dengeye gelmek için bir savrulma yaşıyor.
Aslına bakarsanız buraya kadar her şey normal. Haliyle yeni karşılaşılan bir durum karşısında ya da sizin zayıfladığınızdan dolayı tepki veriyor. Buradaki zayıflamayı şöyle düşünün: bağışıklığınızın düşmesi gibi düşünebilirsiniz. Bedeniniz “Ne oluyor?” diye fıtratınıza uygun bir kaçış yolu arıyor. “Dur ben bir dışarı çıkayım, bir gözleyeyim, bakalım ne olacak?” diyor.
Aklıma komik bir hatıram geldi. Askerdeyken, çarşı izninde arkadaşım Bünyamin’i kandırıp “Gel, seninle Ankara Kalesi’ni gezelim, tarihi evlerin birinde de yemek yeriz,” dedim. O da beğendi bu fikri. Gittik oraya. Eğer gitmediyseniz, mutlaka gidin derim. Velhasıl biz başladık keşfe. Bir ara sokağa girip oradan Ankara manzarasını izleyeceğiz. Ne bilelim kalenin burcuna çıkıp bakıyorlarmış. Oraya çıkılmazmış zannediyoruz, kış vakti, insan da az. Kimseye de soramadık ya da üşümekten aklımıza gelmedi Ankara’nın soğudu yani ne bileyim hele o ayaz. Yüce Rabbimde hep bir soğukla sınamıştır neyse, girdik bir yere. Orada bir tane köpek olmasın mı? Allah! Hadi benim fobim var, Bünyamin’in de varmış. Gerçi olmasa ne olur, köpeği gören kaçar. Salyalı bir şekilde bir havlamaya başladı biz de kaçtık. Öyle bir koştuk ki arkamıza bile bakmadık. Durduğumuzda birbirimize bakıp güldük. Meğer köpek bağlıymış! “Niye bu kadar koştuk?” diye gülüştük. O gün bugün, yüz metrede ülkemizi temsil etmekten gurur duyuyoruz diye bir yere bağlıyormuşum.
Şuraya bağlayayım. Yaşadığımız zayıflığımız veya yeni karşılaşılan bir durum bir kaçış yaratabilir. Kendine acıyabilirsin, depresif ya da abartılı tepkiler verebilirsin. Lakin bunu yaşadıktan sonra bir geri dönüş tabelası olmalı. O kafadan çıkman gerek. Yani uzaktan köpek geliyor mu? Gelmiyor. Bağlı mı? Evet. Geri döneyim ve kenarından geçeyim. Bu, bir tespit ve aksiyon alma safhası. Yoksa arkana bile dönmeden koşarak nereye kadar gideceksin? Bunu benimsemek ve bu halden başka bir kimlik doğurmak seni başkası yapar.
Cesur olman lazım. Gelişime açık ve mevcut durumu kabul edip dik durarak “Ne yapmam gerekiyor?” diye üstüne çalışman lazım, küçük prens.
Tabii bu kaçışlar, ilk ateşi bitince zevk de verir insana. Yıllarca bir toplumu böyle oyalamadılar mı? Herkes bunu normal zannetti. O küçük Emrah filmlerini hatırla. Bizim hayatlarımız da aynı o film gibi: Gülüyoruz ama panik, depresif, paranoyak; üzülmekten korkan. Kork ya! Ne kadar tabii bir hadise. İnsan olmanın en doğal dürtüsü.
Sonra ne olacağına bakarsın. En azından hâlâ “O köpek orada mı?” diye sorarsın. Havlayan, seni tedirgin eden vakalar bitmeyecek ki. Sen eğer bunları fark edip ne yapacağına bakmazsan, çok çabuk yıkılırsın. Sonra kendi film sahnende başrol alırsın: “Küçük Prenses sinemalarda!”
Başımıza gelen hadiseleri küçük bir test gibi düşün istersen, büyük bir test ya da imtihan. Her ne olursa olsun, bizim bir şeyleri anlayıp keşfetmemiz için büyük bir fırsat gibi bak. Yoksa kolaya kaçarak yarattığın başka bir acınası kahraman için değil.
Her defasında bunu ufak ufak düzeltmeye başladığında, o duyguları işledikçe esas kafayı yormak gereken şeye daha fazla rabıta yapmaya fırsatın olacak. Mithat Bahari’nin dediği gibi: “Sanma bihûde döner vecde gelen âşıklar.” Sema eden dervişler, üzerlerinde anlamsız kimlik bulmuş asalak varlıkları dönerken atarlar. Geriye “Lâ Maksûde İllallah” — Allah’tan başka gaye yoktur — diye kendilerine gelirler.
O kadar tuhaf şeyle ilgileniyoruz ki… Neden buna da kafa yormayalım? Bizi engelleyen ne? Yine cevap çok basit: Engelleyen tek şey yine sensin.
 

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :