YANLIŞ YERDE ARADIK.
YANLIŞ YERDE ARADIK.
HATİCE FAHRUNNİSA
Sünnetullah’a, Allah’ın koyduğu sisteme aykırı olan yanlış yerde doğruyu aramak mümkün mü?
Gerçeği ancak doğru yerde buluruz. İlahi sistemin itidal ölçülerine aykırı başka yerde aramak beyhudedir.
Hiç sorgulamadan yaşam şeklimize hükmedilmesine izin verdik biz.
Ne yazık ki hâlâ veriyoruz.
Nerede mi hata yaptık?
Kur’an’dan, sünnet-i seniyyeden, itidalden başka yerde doğruyu aramakta hata yaptık.
Güven aradık, Allah’a dayanmayan her yolun tadına baktık.
Allah’ın rahmetini unuttuk.
İhanet duygusuyla sırtımızdan çok vurulduk diyerek kurban psikolojisi ile dünyevi tüm kaygılarımızın rengine boyandık.
Kaybettik.
Allah’ın verdiği rengimiz soldu gitti.
Putları kıran Hz. İbrahim’e her vakitte selam verirken, aynı anda zihnimizde putlar ürettik.
Namazda yardım istedik ancak üzerinde söz hakkımız var zannettiğimiz putlarımızdan medet bekledik.
Yanıldık, unuttuk…
İşin iç yüzü nedir düşünmeden dış yüzeyi sıvadık.
Hakikat budur sandık.
Sonra alışkanlıklarımızı din zannettik. Dini kurallar bütünü olarak yaşamdan ayırdık.
Modernizmi, din yaptık. Gafletimizi din yaptık.
Ayet başka derken biz hakikati işimize gelen bambaşka bir şekilde tevil ettik.
Huzuru ararken huzursuzluğu ekmeğimize katık ettik.
Mutluluğu evimizin dışında her yerde aradık. Paylaşmayı hiçe saydık.
Hizmeti kölelik, sevgi göstermeyi bağımlılık zannettik.
Kendi kurallarına iman eden, alışkanlıklarını din zanneder.
Bitmedi.
Ahlakı bacak arasında aradık. Zihnimizden geçen her düşüncenin fiile dönüşeceğini unuttuk.
Ahlakın da bir ahlakı olduğunu unuttuk.
Sonra dev kuleler yıkıldı.
Ümitsizliğin verdiği yıkıntılar altında kaldık.
Allah’ın rahmetinden söz ederken bile, bunu şarta bağladık ve O’nun adına söz söyledik.
O öyle merhametli bir Allah ki rahmetini göstermesi için kulunun ibadetine ihtiyacı yoktur.
Fakat bizim bu ibadetler, farkındalıklı düşünceler ve tövbe için dahi O'nun güç ve kudretine ihtiyacımız varken, o çok güvendiğimiz aklımız da alış- veriş peşinde koştuk.
Şu kadar namaza şu kadar cennet.
Allah’ın rahmetinde en ufak bir azalma olsa yeryüzü ve gökyüzü kalmazdı diye düşünüyorum.
Elbette Kur’an’da bahsi geçen musibetler ve helakler vardır. Bu Allah’ın gazap sahibi oluşundan değil, insanların kendi elleri, dilleri ve fiillerinden dolayıdır.
Allah’ın rahmetini istemeliyiz.
Kulun aklına gelen kötülüğü yapıp sonra Allah’ın rahmetini istemesi abes gelebilir bize. Fakat düşünün ki biz bu abesliği her gün yapmaktayız.
Hem yaratılanı yaratandan ötürü sevdiğimizi söyler, hem de Allah’ın yarattığı ile alay ederiz. Arkasından konuşuruz. Beğenmeyiz.
Gökte bağdaş kurup padişahlar gibi oturan bir tanrı tasavvuru sanırım artık masallarda kaldı.
Ve lakin kullarını ümitsizliğe düşürüp, azaba atanlar, cehenneme odun lazım olduğunu söyleyenler halen mevcut.
İnsanı ne yazık ki her an zalim gören bakışımız metafizik yönümüzü hep bu sebepten yadsır, inkâr eder ve büyüklük taslamak olduğunu söylerler ki, doğrudur.
Elbette ego tatmini için kullananlar da var.
Bunu söyleyenlerde cehenneme odun lazım olduğunu anlatanlardan daha ari olduklarını dile getiriyor da olabilirler Allah-u alem.
İşin ilginci biyolojik varlığına ve aklına güvenen bu kesim, insanın ahlaki yönünü hiçe sayar.
Kur’an’ın insanın bilincine, duygularına, ahlaki özelliklerine yani metafiziksel özelliklerine diğer tüm oluşumlardan, ekollerden ve hatta dinlerden daha çok önem verdiğini bilmiyorlar ki.
İşin en ilginç yanı ise lanetledikleri şeytanın insandan daha metafiziksel ve daha yetkin olduğunu düşünmeleri ve dahi inanmaları.
Ne diyelim.
Bizi rahmetten adım adım uzaklaştıranlara değil de Kur’an’a bakalım biz.
Odağımız Kur’an olsun.
Tüm yaşadıklarımıza rağmen bizi şefkatiyle sımsıkı saran, aynı zamanda uyaran o ilahi kelamın rahmet tecellisine sığınalım.
Aradığımız hakikat tam da bu.
Allah’ın merhametinden ümidi kesmeyelim.
O’nun ipine sarılalım.
O’nun renginden vazgeçmeyelim.
Selam ile…
Yorumlar