İNANÇ VE GERÇEKLİK ARASINDA

İNANÇ VE GERÇEKLİK ARASINDA 
SERKANT DERVİŞOĞLU

Bir an için peygamberleri sadece herhangi bir dinin yol göstericisi olarak değil de günlük yaşantılarına baksak nasıl olurdu? Bunun kolay olduğunu söylemiyorum. İnananları küçük düşürmeye çalışanların argümanları geldiği zannına kapılıp hemen duygusal savunmaya geçmeyelim. Genellikle duygusal savunmaların içi hep boş olur; "öyle diyorsun da" diye bir girer, nereye gittiği belli olmayan bir konuşmanın içinde bulursun kendini. Siz de ne olur hemen dini çürütmeye ve küçük göstermeye çalıştığımı zannetmeyin. A:rtık oraları aştığımızı düşünüyorum. Hem hiç mi güvenmiyorsun inandığın dine, değil mi küçük prens?
Artık sırtımızı neye yasladığımızı bilelim. Ömür böyle avare geçmez. Ömrümüz sınırlı çok şükür ki. Daha fazla da Leyla gibi geçmesin. Şahit olarak yaşayalım ve ebedi istirahat edeceğimiz yere hakkını vererek gidelim inşallah. 
Bu büyük insanların yaşamına bakınca yani Yaratan'dan bağımsız olarak yalın objektif düşününce ile değerlendirince ve işin içine mucizeleri de katmazsak, ortaya acayip bir şey çıkıyor. Hayran kalmamak elde değil. Onları övecek biri değilim elbette ama hayran kalıyorum. Hiç sıkıntıya düştükleri durumlar olmaz mı? Kutsal kitaplardan bakınca görüyoruz ki Onlarda da var, zaten bu yüzden hayran kalıyorum. Bir beşerin yapabileceklerine, sıkıntılara katlanma şekillerine, durumlar karşısında insan nefsini arafta bırakan ve hadiselerde nasıl adaletli, cesaretli ve dürüst davrandıklarına hayran kalmamak elde değil.
Tabii ki dengede karşılayacak olayları Allah’ın peygamberi; O'ndan izinsiz bir şey yapamaz, O ne derse o. Evet öyle de sende yap hadi o zaman. Sen nesin peki? Bu kutsal kitabın muhatabı kim, sadece peygamber mi? Öyle olsaydı Allah zaten bir şekilde özel hattan sürekli konuşuyor, peygamberle niye kitap yazılsın ki, değil mi? Kendi aralarında hallederlerdi mevzuyu, irşad eder ve sadece peygamberlerin girdiği bir özel kulüpte takılırlardı. Sürekli miracın yaşandığı bir mekanları olurdu. Seçilmişlerin bu yeri ve halktan kopuk olduğu için de toplumun o mübareklere olan bakışı Tanrı gibi olurdu. Kendisiyle bir bağ kurulamadığı, yetersiz ya da isyankâr bir bakış olurdu sürekli. 
Aslında şimdi de biraz öyle değil mi, gerçeklikten kopuk bir peygamber algımız var adeta efsanelerle bezenmiş. Bilemiyorum ama Doğu toplumlarının harika mistik tarafları olduğu gibi efsanelere olan düşkünlüğü de artık ölçüsü şaşmış durumda. Nereden tutarsam tutayım, hayatımda bir karşılığını bulmakta gittikçe zorlandığımız bir hadise olmaya hızla gidiyor. Ya ayeti okuyor bana ya da hadis okuyor, sonra yaşadığımız olaylarla bağını kur deyince de "o öyle değil, yapma, o yoruma girer" diyorsun küçük prenses. Biri de uçuyor zaten, Star Wars filmi gibi izliyorum vahdetçilerin anlattıklarını; hakikaten hoş yani, öbürü de hoş, Allah var kötü değil, güzel anlatıyor hınzırlar. Lakin namazın bitiminde sağa sola selam verince kimse olmadığını görünce, "olmuyor demek ki."
Açıkçası derdim peygamberleri zayıf gibi göstermek ve Allah’la bağlantısını koparmak değil. Ben, nasıl onun anlayış seviyesine gelerek ve yaşadıkları karşısında nasıl bir tutum gösterdiğini anlayarak Allah’ın bana vermiş olduğu potansiyeli ortaya çıkarabilirim, sistemi gereğini yerine getirerek bağlantı kurabilirim. Şimdi bunu şöyle anlamayalım: Aynılarını birebir yaşamamız mümkün değil, zaten aynısını yaşamayalım da Allah muhafaza; lakin her dağın durumu farklı, kimine kar yağar, kimine yağmur; kimi türlü fırtınalara maruz kalır, kimi sadece güneş kavurur; kimini de efendimiz gibi dört mevsimi çetin yaşar. Ama her ne olursa olsun bir şey yaşanır; inkâr edecek bir insan evladı çıkmaz ki, hayatımız bunun en büyük şahidi.
Şu var ki herkesin dine , Allah’a, peygambere, dini yaşantıya olan bakışı da çok farklı. Kimisi Kur'ancı, kimisi hadisçi, kimisi vahdetçi, kimisi bir takıma mensup olan fanatik gibi, kimisi sempatizan, kimisi derinliği olmayan şekilci, kimisi düşman, kimisi ön yargılı; türlü türlü. Sorsan hepsi Müslüman. Peki neden bu kadar fark içinde sen yoksun? Yani bu vahiyle gelen mesaj ve kurtuluşumuz için yaşam biçimine dönen din farklı ötekileştirmelere maruz kalıyor. Anlayışta farklılık olması güzel, lakin ötekileştirme korkunç bir şey. Kendine alan yaratarak adeta tanrılaşarak özel alan yaratıp orada takılıyorsanız ve diğerlerine küçümser bir halde bakıyorsanız durum hakikaten vahim. Vallahi benim tanıdığım Peygamber bunu yapmadı hiçbir zaman. Sen nasıl yapma cesaretini gösteriyorsun? Sen nasıl bu gaflet şarabından yudumluyorsun Hak adına?
Kendi potansiyelinin ortaya çıkması demek, kendi acizliğinin mutlak farkında olmak demek. Neyin eksik olduğunu mutlak bilmek,  kendini bilmektir. Haliyle efendimiz biliyordu ve müşriklerin saçma sapan istekleri karşısında “bu isteklerinizi ben yapamam, sadece Allah yapabilir." dedi. Ey Âdemoğlu, atıp tutuyorsun, her konuda fikrin var. Cesaret dedik de cahil cesareti başka bir talihsiz olay değil mi küçük Prens?
Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi eserinde mucizeler kısmına gelince müthiş bir söz söyler. Bir iki mucize nakil ettikten sonra der ki: "Size uzun uzun anlatmayacağım, gerek de yok. O’nun yaşantısı, insan Allah, insan insan, insan eşya ile olan yaşantısı ve davranışları gerçek bir mucizedir ve onun üstüne eğilmemiz gerekir" 
Bu kadar laf kalabalığı yapmam bunun içindi hakkınızı helal edin.
Çok da kafa ağrıtmayayım akşam akşam; demem o ki, uçurup kaçırmaya gerek yok, ihtiyaç da yok hele şu çağda. Akl-ı selim ile düşünmek, kalb-i selim ile hissetmek, zevk-i selim ile inşa etmek dileğiyle.
*Resim: Nasturtiums (1905) Odilon Redon (French, 1840-1916)

Yazıyı Beğen :     2
Paylaş :