MÜTEAHHİTLİĞE SOYUNAN ADAM

MÜTEAHHİTLİĞE SOYUNAN ADAM 
SEVAL YILMAZ
Dört bir yanımı duvarla çevirdim. Ellerimle tırnaklarımla dokudum bu duvarları. Niyetim benim açımdan halisti aslında, iyi olacak demiştim. Sonuçta hepsi layık olduğum hayatı kazanmak içindi. 
Sağdan soldan çok çatlak ses çıktı, yoluma taş koymak için ne lazımsa yapıldı. Tüm seslere kulaklarımı tıkayıp duymaz oldum. İşaret edilen tüm göstergelere gözlerimi kapattım. Sadece hedefe odaklandım çünkü maksadıma ulaşmak uğruna takip edilebilecek her türlü kestirme yol benim için mübahtı.
Kendi konfor alanımı inşa ederken sadece gökyüzünü açık bıraktım. Öyle ya, Güneşin nimetlerinden doyasıya yararlanmalıydım. Nihayetinde onunla aramızdaki ortak -ve üstün- özellikler saymakla bitmezdi. 
Güneş geçti gitti mi? 
Olsun, mehtap çıkar arada ya da yıldızlarla döşenir göğün yüzü de yine izlerken gönlümce şölene döndürürüm hayatı. Evet; “Gönlümce”... 
Hayranlıkla kendi başıma zenginliğimde yüzerim de kimse huzuruma dokunamaz. 
Tüm güzellikleri ördüğüm duvarların içinde bıraktım. Yani benimle ve keyfimle ilgili her şeyi. 
Hayır, hayır!! Hesaba katmayı düşünemediğim şu hazan, şu kış, şu boran... Şu sert iklimler benden uzak olsun, hep bahar olsun isterim.  
Lakin...
Önce kara bulutlar kapladı sessizce tüm gökyüzünü, sonra âniden bir kasırga vurdu... 
Tüm duvarlarım yıkılıp da kendimle baş başa, kendimi soyutladıklarımla ise karşı karşıya kaldığımda neye uğradığımı şaşırdım. 
Hemen başımı başka yöne çevirdim. “Bu kadar hüzün bana çok fazla çekemem” dedim önce, fakat nafile. 
Halbuki, ben sanmıştım ki... 
Büyük titizlikle oluşturduğum bu steril dairenin dışına çıkmaya asla ihtiyacım olmayacaktı. Tutkuyla ördüğüm bu duvarların ötesinde kayda değer ne olabilirdi ki zaten? 
Çaresizce çevreyi gözlemlemek zorunda kaldığımda çok iyi anladım ki bu kasırga sadece beni vurmamış, sınırlarımın çok ötesine de sirayet etmiş. Bu durum ise böylesine ayrı dünyalar için çok önemli bir ortak nokta gibi.
Yıkılan duvarlarımın altından kendimi kurtarma telaşına düşmüşken, tozlu ve yorgun bir elin bu viran yerden beni ve ruhumu çekip çıkarma gayretinde olması ise son derece düşündürücüdür. 
Ya kasırga sonrası, o güne kadar yüzünü bile görmediğim, hatta kabul etmeliyim ki umursamadığım bu insanların her biri bana nefes olmak için adeta omuz omuza vermesi... Onlarla göz teması kurmaya dahi utandım doğrusu.
Aslında planlarıma göre şu anda refah düzeyim çok yüksek iken gayet kaygısız olmalıydım. Hatta “Gelecekte kendini nerede görüyorsun?” sorusunun cevabı bile belliydi kafamda; tabii ki zirvede...
Peki, ne oldu bana böyle? 
Neden yaşıyorum ki bu ikircikli halleri? 
Hayatın, inşa ettiğim rayların dışında seyretmesi niçin benim için önemli bir stres kaynağı ki? 
Tüm bunlar yetmezmiş gibi göğsümün ortasında hızla büyüyen şu rahatsız edici his de nesi? 
Güvendiğim ve yaslandığım duvarlar yıkılınca hayli düşünmek zorunda kaldım. Neyi mi?
Bu her koşulda merkezlenmeyi başaran; vakit kaybetmeden yapılması gerekeni tespit edip dosdoğru eyleme geçebilen insanlardan eksiğimin ne olabileceğini meselâ. İşte böylece en önemli farkı da bir çırpıda söylemiş bulundum. 
Ahh Azizim! Şimdi nasıl yapmalı da şu bandı geri sarıp işi ehline bırakmalı? Bu işin asıl ehli kimdir bilir misin? Sadece çıraklıktan yetişeni değil, hayata değerler çerçevesinden bakabilendir. 
Sonunda anladım, göğsümdeki o sızı vicdanımın yalvarışı; inşa ettiğim ve sadece bana ait olan o ütopik diyarın en büyük eksiği ise huzurmuş.
 

Yazıyı Beğen :     1
Paylaş :