ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ

ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ
SEVAL YILMAZ 

Ölümsüzlük arzusu belki de bize insanlık tarihinin en kadim arayışını ifade eder. Efsanelerde, masallarda, mitolojilerde ve bilimde, hatta filmlerde ölümsüzlüğün anahtarını arayan sayısız figürle karşılaşırız. Bunun yanında insan biyolojik olarak, doğar, büyür ve sonunda ölüm gerçeğinin karşısında duramaz. Doğanın döngüsüne tabi olan beden; zamanla zayıflar, çürür ve toprağa karışır. Gerçekte yaşanan bu biyolojik süreç, varlığını fiziksel mevcudiyetine bağlayan insanın ölüm karşısında duyduğu korkunun temel sebeplerinden biri olabilir. Varlığının sürekliliği fikri, bazen bu korkuyu aşmaya yönelik bir çabaya zemin oluşturuyor olsa gerek.
Bu konu bana Anadolu efsanelerinde en çok anılan âlimlerinden birini, Lokman Hekim’i anımsatır. Lokman Hekim, bilgeliği ve şifacılığıyla tanınan, her derde deva bulmuş hikmetli bir bilim insanı. Rivayete göre, bitkilerin sırlarını çözmüş, her hastalığa şifa olacak ilaçları keşfetmiş ve nihayet ölümsüzlük iksirini dahi bulmuş.
Ancak efsaneye göre, tam bu sırrı paylaşacakken ya da kendi üzerinde deneyecekken, yazdığı reçete ya rüzgâr tarafından uçurulmuş ya da suya düşmüştür. Böylece insanlığın en büyük hayali olan ölümsüzlük formülü kaybolmuş, geriye yalnızca sağlık ve şifa bilgisi kalmıştır.
Acaba Lokman Hekim gerçekten ölümsüzlük iksirini kayıp mı etti, yoksa böyle bir imkânı elde edince dünya hırsına kolayca kendini kaptırabilecek insanoğlunun adalet anlayışını yitirip toplumsal bir felaketi hazırlayabileceğini mi anladı? 
Belki de Bilge, insanın bedenen değil ruhen ölümsüz kılınmasına vesile değerlerle varlığını devam ettirmesi gerektiğini fark etmiştir. Bu bağlamda ölümsüzlük, Lokman Hekim’in kaybettiği formülde değil, onun insanlara öğrettiklerinde ve bıraktığı mirasta gizli olabilir.
Bedenin sonu kaçınılmaz olsa da insan ruhu ve bıraktığı izler zaman içinde yaşamaya devam edebilir. Bu, soyut anlamda bir ölümsüzlüktür. Bir düşünürün fikirleri, sanatçının eserleri, bir yetimin elini tutan anne şefkati nesilden nesile aktarılabilir. 
Dizeleri yüzyıllar sonra bile yüreklerde yankı bulan bir şair ölümsüzdür mesela. Bir çocuğa ilham kaynağı olabilmişse şayet, o hayattaki rollerini şekillendirirken öğreticinin ruhu yaşamaya devam eder. 
Alevi Bektaşi kültüründe, ömür sürecini tamamlamış kişi için “devri daim olsun” temennisinde bulunma geleneği ile ölümün aslında bir yok oluş değil sadece fiziksel bir ayrılış olduğu; mevcudiyetin ise gönüllerde var olmakla sürdürülebileceği ifade ediliyor olabilir mi? 
Bu perspektiften bakıldığında, zaman içinde kalıcı değerler üretmenin önemi paha biçilmezdir. Sevgi, bilgi, sanat ve iyilik, insanın soyut anlamda ölümsüzlüğünü sağlayan temel unsurlardandır. 
İslamiyet’te sadakanın ehemmiyetinden bahsedilirken “sadaka-i cariye” kavramı karşımıza çıkar. Sadaka-i cariye, öldükten sonra dahi sevap kazandırmaya devam eden hayır ve hasenatı ifade eder. Su kuyusu açmak, insanlara fayda sağlayacak kitaplar yazmak, ilim öğretmek, camii, okul, hastane, köprü ve yol inşa ederek insanların istifadesine sunmak insanı ölümsüzleştiren faaliyetler arasında anılabilir.
Bu zamanın ötesine uzanma isteği, insanın özünde var olan böylesine derin ve soyut fakat daha gerçekçi bir ölümsüzlük ihtiyacı ile bağlantılı olabilir. Belki de hep yanlış yerlerde arayıp durmasıdır insanoğlunun asla tatmin olamayışının nedeni.
Doğru ya, belki de insanın en büyük yanılgısı, ölümsüzlüğü dış dünyada aramaktır. Ancak içindeki potansiyeli keşfeden insan artık hikâyesini yazmaya başlar ve kendi ölümsüzlük iksirini keşfetmiş olur. 
İksir peşinde şaşkın bir şekilde koşarken perişan olmuş kişi! Ne biriktirip durdun bugüne kadar; akçe, gayrı menkul ya da basamak basamak tırmandığın makam mevkî mi??... Vuslata vesile değilse hangi tutku sana yâren olabilir ki...
Şunu anla artık, nefes aldığın sürece değil, başkalarının hayatına ya da ruhuna dokunduğun sürece yaşarsın. Bir kez mahzun bir gönüle sevgiyle ve cömertçe bıraktığın o iz seni sonsuzluğa kazır vesselam. 
 

Yazıyı Beğen :     1
Paylaş :