ÜŞÜMEK
ÜŞÜMEK
SERKANT DERVİŞOĞLU
Yine kış geldi. İsyankâr bir cümle gibi gelse de tekrarlanan ve beklenen bir hadise olduğu için söyledim bunu, üşüyen bedenim adına. Bu aralar davranışlarım donuk ve duyarsız gibi görünüyor olabilir; ama aslında bir şey hissetmediğimden ya da soğuğun başka bir şey düşünmeme fırsat vermemesinden kaynaklanıyor bu durum. Sanırım kış, benim için her mevsim var gibi.
Sadece ilerlemek istiyorum. Durup bir yerde konaklamak bana göre değil. Bir an için ısınma fikri cazip de gelmiyor. Hedefe doğru gitmek ve durmamak...
Hedef neydi, onu da bilmiyorum.
Ama durmak istemiyorum.
Gönlümün donmasına izin vermek istemiyorum. Durunca, zahiren ısınacak olsam da ruhen donup kalmaktan korkuyorum. Bu yüzden, sadece yol almak istiyorum. Bana engel olacak her şeyden uzak durma fikri ağır basıyor.
Peki, nasıl gidiyorum? Kullandığım araçlar doğru mu? Bir "hippi kafası" gibi olsun da istemiyorum. İnanın, sadece tutunabileceğim tek şeyin samimiyet olduğuna inanıyorum. Kendime ve inandığım değerler bütününe...
Hz. Mevlâna’nın, hatta Mevlevilerin içinden çıkmış Kuçek Mustafa Dede’nin Bayati Ayin-i Şerif’in birinci selamındaki sözleriyle örnek vereyim:
"Ya Rab, zi du kevn biniyazem gerdan."
(Yani, "Ya Rab, beni iki cihanda muhtaç etme.") İşte kastettiğim samimiyet bu. Küçük Prens, Hüdavendigar Efendimiz öyle bir an yaşıyor ki, bırak bu dünyayı; göçtükten sonra bile kimseye muhtaç olmamayı istiyor.
Elbette bu hissiyatı aynı kefeye koymak için söylemiyorum, haşa! Ne haddimize! Sadece sohbet ediyoruz. Nasıl ki soğukta ısınmak için ellerimizi ovuştururuz, işte sohbetle de gönüllerimizi ısıtıyoruz. Taş kalpli olup çıktık şu şehadet aleminde...
Konudan konuya atlıyorum, ama bir vakit Nakşi halifesi bir ağabey, şöyle demişti:
"Anlamıyorum bu sofileri. Niye mi? Bak kardeşim, eline bir toplu iğne al, beş bin kez taşa vur. Taş çatlar. Ama bunlar her gün beş bin kez Allah diyorlar; yine de gönülleri bir şey olmuyor. Hayretler içerisindeyim!"
Rahmetli Emin Işık Hoca’nın bir Mesnevi sohbetinde buna benzer bir ifadeyi işitmiştim. Bir beyit okudu. Hz. Pir şöyle diyordu:
"Bu kadar ibadet ediyorsun, ama hâlâ sende olumlu bir değişim yoksa, hala güzel ahlaka ulaşamıyorsan ya bir şeyi yanlış yapıyorsun ya da bırak yapma!"
Eksik bir şeylerin olduğu kesin. Simurg’a giden yolda duraklar ve kalplerimizi çelecek sayısız sebepler var. Elbette kolay değil. Belki de "Durmayayım, yola devam edeyim," derken yanlış bir patikaya girmiş, daire çiziyorumdur. Allah korusun, umarım öyle değildir.
Bazen bu yolculukta şu soru geliyor aklıma, Küçük Prenses:
Ben kul olarak Allah’a güveniyor muyum? Yoksa o karanlık ormanda "Nasıl yürüyeceğim?" diye mi düşünüyorum? Ya da gördüklerim karşısında nasıl samimi kalabilirim?
O yüzden, bu dikenli, soğuk, titreten havanın olduğu, Hitchcock filmlerini andıran yönümü bulmaya çalışan, kafası karışmış gibi sağa sola sapıp duran, ama durmak istemeyen bir kişi olarak :
Azmet ki, işin sonuna ulaşabilesin.
Emin ol, birçok şeyin cevabı olduğu gibi ve o cevapları bulduğuna inandığın ve anlam yükleyip hayat kurtardığına inandığın o cevapları da ara ara ısınmak için yaktığında, nasıl hafiflediğine inanamayacaksın. Ve sonra tekrar yürümeye devam edeceksin.
Yorumlar