BÜLBÜLÜN ŞARKISI
BÜLBÜLÜN ŞARKISI
SEVAL YILMAZ
Bu güzel esinti de nesi... Bir gül mevsimidir gelen zahir.
Hangi iklime misafir olduysa bu “bahar” o diyarda bir şenlik, bir sürur. Bir akça deve çöker kapının önüne de coşkun bir heyecan kaplar tüm ev ahalisini.
Gül Kervanının sadık yolcusuna ne’ylemeliydi, ne sunmalıydı ki unutsun tüm o yılgınlıklarını. Zira gideceği daha çokça yolu vardır, üstelik pek zahmetli ve dikenli...
Fakat nasibinde var ise şefkat, bir ılık çöl rüzgârı ile savrulur, nerede olsa bulur da sarıverir en ağır diken yarasını.
Zaten işi de ancak yaralarının derinliği ve sabrının güzelliği nisbetince kolay değil midir?
Âh azizim!
Bizse yalancı sevdalarla ne çok oyalanmışız ne çok yorulmuşuz meğer. Gerçi biliyorum nedenini, çokça pişmeliydik çünkü...
Demlenmeliydik bir süre.
Hafif yanmalıydık da belki.
Rüzgâr iyice harlamalıydı kıvama gelebilmemiz için. Başka türlü rahmete ulaşılmaz ki, elbet bir süre o meşakkatli yollardan geçmeliydi.
Üzülmekten korkanın hali yerinde saymaktan ibarettir.
Şöyle bir bakınca, herkesin birer büyük derdi var ya, tabiatın dahî. Kökler toprağa sevdalı, toprak buluta, bulut kasırgaya. Bülbül güle sevdalı, gül ise dikene...
Fakat yine de mutludur her biri, şımarmayı da bilmezler . Çünkü çok iyi bilip teslim oldukları bazı gerçekler vardır ki; kök, bulutun toprağı sınamasıyla, toprak bulutun kasırga ile sarsılmasıyla
yârine kavuşur.
Ya benim derdim nedir ki bu amansızca devran eyleyip duran yerkürede?
Evet aslında insan önce kendini dinlemeli; şefkati ve şefkate uğrayanın duygusunu kendine öğretmeli...
Diğergâm olmaya çalışırken kendine karşı şahsiyetli olabilmek ve gördüğü yerde tanıyıp o şefkate sımsıkı sarılabilmek için...
İşte!! bir nağme taşınmakta kulaklarımıza bülbülün aşk yüklü nidasından; “İlle de Gül!”.
Meğer bu şarkı bir gül sevdasından öte, yitik diyarlara giden yolun tarifiymiş...
Kılavuzu gül olanın ise varacağı yer gülistanmış .
Gülistana varanlardan olalım.. Aminn