SEN DEĞİŞMEDEN HİÇBİR ŞEY DEĞİŞMEYECEK

SEN DEĞİŞMEDEN HİÇBİR ŞEY DEĞİŞMEYECEK
SERKANT DERVİŞOĞLU

Anlamsızca ve değişmeyen, sürekli mütemadiyen, müteselsilen... Daha da uzatabilirim. Çünkü zincirleme gibi, eskilerin "cehl-i mürekkep" dediği türden bir cehalet bu. Elbette başka kelimelerde de bu tarz örnekler vardır. Lütfen yorumlara yazmayı unutmayın dermişim — Küçük Prens.

Diyeceğim şu ki, bıkmadan sorunun kaynağının bizde olduğunu unutma gafleti, artık bıkmak ve usanmak gibi kelimeleri utandıracak şekilde ve hiç utanmadan, yüzü kızarmayacak bir biçimde, hep ama hep suçluyu karşı taraflarda aramak... Klinik psikolojinin bile alanına girecek kadar büyük bir hastalık olduğunu kabul edelim.

Bir "yeter" deme yok. Hep hatalar... "Ben şunu yapıyorum, ben bunu yapıyorum" diyorsun da aslında onun yapmasını beklediğin şeyleri, kendi konfor alanından çıkmamak için karşı tarafın önüne attığın, hedef şaşırtıcı bahanelerle esas problemini çözmemizi bekliyorsun. Sence de bu, akıl hastalığı olacak kadar ağır bir vaka değil mi?

Senin çözümlemek istememenin sebebi, kendini dünyanın merkezinde görüp diğerlerini adeta kölen gibi görmen. Aslına bakarsan, çalışanlarından sürekli şikayet eden birine benziyorsun.

Neden bizler sorunlarımızı çözmek zorunda bırakılıyoruz da, bu sorunları dile getiren kişi, kendi problemlerini çözmek için herhangi bir adım atmıyor?

Yazdıklarımı kadın-erkek ilişkisi gibi algılayabilirsin çünkü en belirgin örnekler orada ortaya çıkıyor. Ama ben aslında daha bireysel bakıyorum. Karşı tarafla pek ilgilenmiyorum. Bıkmadan ürettiğimiz bahaneler, şikayetler, şüpheler, korkular, tereddütler... Ve nedense tüm bunların yaratıcısının senin dışındaki biri olduğunu sanman.

Bunları biz üretiyoruz ve büyüttükçe karşı tarafa karşı saldırganlaşıyoruz. Bunları yıllar içerisinde bıkmadan, usanmadan yaptığımız için artık karşınızdaki kişi güçlü ise, size doğrudan "saçmalıyorsun" deyip ya da net tavırlar sergileyip, metanetle durduğunda daha farklı argümanlar üretip yeni saldırı biçimlerine giriyorsunuz. Ya da içine kapanmış bir şekilde tepki veriyorsunuz.

Ama garibim, "aman bir şey çıkmasın" diyen biri alttan alıyorsa, kulaklarını tıkadıysa, bu kez siz daha da saldırgan ve güvensiz biri olarak tezahür ediyorsunuz.

Şundan eminim: Kendi içinizde problemlerinizle yüzleşmediyseniz, sürekli "başkaları şöyle, böyle" diye diye yıllar geçirdiyseniz ve hiçbir zaman kendinizi problemler çemberine dahil etmediyseniz... Vay halinize.

Yahu, böyle ömür mü geçer? Bir tek sen mi iyisin? Seni biraz kaşısam, konuşurken belli ediyorsun zaten nerelere takıldığını ve çıkamadığını. Onları örtbas etmek için başkalarına sataşıyorsun.

Yazık değil mi o insanlara?

Nefsine uyup kumar batağına düşen biri gibi... Millet sanıyor ki o kişi sadece kendini batırdı. Ama ailesi de o göçüğün altında kalmaz mı? Senin bağımlılığın yüzünden...

Hakikaten bağımlılık bu.

Nasıl hesap vereceksin? Derler ya, bu işin bir sonu var. Bir sal kendini. Ve bir zahmet, başkalarını da rahat bırak. Sen kendin olamıyorsun, bari onlar olsun.

Kendine zehir ettiğin hayatı başkalarına da bulaştırman... Korkunç, Küçük Prenses.

Çırpınışların, ağlamaların, sana hak ettiğin değeri ve yaşamı sunmak için. Ama bil ki, alakası yok. Arzu ve isteklerin yerine gelince de rahat durmayacaksın. Başka şeyler hortlayacak.

Şimdi farkındayım: Cesaretin olsa yukarıya da saldıracaksın. "Senin yapacağın işe de..." diyeceksin. Ama dış dünyada başkaları ne der diye yaşadığın için, en yakınına saldırıyorsun.

Tebaası gibi gördüğü halka zulmeden padişah sensin çünkü.

Aziz dostlar, Romalılar... Dert sende, derman sende. Şarkı gibi oldu ama hakikaten öyle. Başka yerde değil. Böyle Mesih bekler gibi, bacadan Noel Baba gelecekmiş gibi sihirli değnekle olacak iş değil bu. Uyanalım artık.

"Huy çıkmazmış." Öyle bir çıkar ki, bir biyopsiye bakar — olursun melaike.

Din, değişmemiz için geldi. Kendi içsel devrimimizi yapmanın zamanı gelmedi mi? Böyle sefil yaşanır mı?

Bak aynaya artık. Popüler bir söz oldu: "Sevgi içimizde." Hakikaten orada. Ama onun için adım atman lazım.

Orası mert, cesur insanların diyarı, er meydanı.

Silkelen ve karanlıklar ormanına gir. Kaybettiğin kendini bulmak için yürü.

Gerçekte kimmişsin? Hangi örümcek ağlarıyla ördün kendini, kimseler girmesin diye? Belki...

Yosunludur orman. Güneş bile az uğrar zemine. Budama yapman lazım, nefes alsın bereketli toprağın.

Akbabalar, baykuşlar sarmış; yılanlara yuva olmuş. Hiç mi bülbül yok? İyi bak. Mutlaka vardır.

Belki bülbülün sesi sana öyle bir tesir eder ki, eski haline tahammül edemez ve kurtuluşa erersin.

Yazıyı Beğen :     0
Paylaş :