SINIR İHLALİ
SINIR İHLALİ
SERKANT DERVİŞOĞLU
Nasıl toparlayacağımı bilemediğim bir duygu durum içerisindeyim açıkça söylemek gerekirse. Neyin sağlıklı olduğunu dahi kestiremiyorum. Benim için zor bir konu. Olabildiğince duygularıma yer vermeden girmeye çalışacağım. Umarım aklım ve gönlümün sınırlarını aşmamak ümidiyle parmaklarım tuşlara dokunur.
Cennetin krallığı diye bir film vardı. Orada bir çoğumuz hatırında haçlılar ve Müslümanlar arasında geçen diyaloglarda, özellikle bizim cenah için göğsümüzü kabartan diyaloglar olmuştu. Ama beni ürküten bir olay vardı, bir kare…
Kudüs’ün cüzzamlı hasta kralı, zayıflayan gücü ve emir komuta zincirini yokuş aşağı yuvarlanan at arabası gibi kaybetmeye başlamıştı. İçinde sürekli yaşadığı küçük isyanlar vardı. Selahaddin Eyyubi yaklaşıyordu. Askerlerinin içinde koyu haçlı düşüncesinin ağır basmaya başlamıştı. Tüm bunlar karşısında bir mecliste kız kardeşinin de kocası olan yüksek rütbeli askerin herkesin içinde Kralı bastırması da cabası.
Kralın pozitif yaklaşım ve barış içerisinde ki tutumundan o kadar rahatsız oluyordu ki yandaşlarının sayısını da artırıp bir şekilde mecliste çoğunluğu yakalamıştı. Göğsünü gere gere birlikte yaşamaktansa savaş isteyen felaket tellalcıları cüzzamlı zavallı hasta kralın huzurda şu korkunç sözleri söylüyordu: “Tanrı böyle istiyor” “Tanrı istiyor” diye bağırıyorlardı.
Duyduğumda inanamamıştım nasıl bir insan Tanrı adına bu şekilde konuşabilirdi ?
Nasıl kendi menfaatleri uğruna bunu söyleyebilirlerdi. Keza savaş çıkarmak için Selahaddin’in kervanlarına saldıranlarda bunlardı. Birlikte olmaktansa hepsi benim olsun diye kendi şeytani çıkarları uğruna Tanrı adınaymış gibi hareket etme cesaretini bile kendilerine hak görüyorlardı.
Bunu filmde kötü niyetli Hristiyan topluluk yapıyordu ama her milletten her ırktan her dinden böyle kötü niyetli canavarlar vardı ve hepsi ne yazık ki aynı şeyi söylüyordu.
Tanrı böyle istiyor
Tanrı istiyor
Tanrı istiyor
Bir insan bir şey istemeye dursun, elde etmek için her türlü şeyi yapabilir. Alem var olduğu sürece sosyal nizamın bir şekilde ilkel ama gelişmiş fark etmez en çekirdekten tut büyüyen haleler şekilde var olduğumuz her alanda bunu yapıyoruz. Örnekler o kadar çok ki anlatmakla bitmez.
Peki insan nasıl sınır ihlalini aşar?
Sanırım iki türlü. Birincisi gerçekten sınır ne, onu bilmiyoruz. İkincisi tamamen bilinçli. İşgalci benim olsun. Büyük bir narsistik içinde yaptığımız davranışlar.
İnsan kendi tanımazsa eğer inanıyorsa Rabbini de bilmesi çok zor. Allah’a inanmıyorsa eğer doğayı da bilemez. Alemde ki yerini bulamaz keza bağlantı kuramaz.
Varoluşsal sorunları olduğu kesin. Kafası kesilmiş tavuk gibi yaşıyor adeta. Ne yaptığını bilmiyor. Kendine bile nasıl davrandığının farkında değil. Hatta o yetiyi geliştirmek için herhangi bir çaba sarf etmemiş. Varsa yoksa küçük dünyasında bir sınır çizmiş ama kendisi her türlü sınır ihlalini yaptığının farkında değil.
Hem insan-insan hem de insan-Allah arasındaki ilişkide nasıl hadsizlik yaptığının zerre kadar umursamıyor.
Burada ki sınır ihlali hadsizlik aslında. Herkeste mevcut ama küçük ama büyük mertebeye göre latif hale gelse de ihlal ihlaldir. Kişiyi içsel konuşmalarında haklı çıkartarak hatta inançlı biriyse ve sufiyse bir de Tanrı adına ayet ve hadis bulup kendine yamayıp itikadı sakat hale sokabilir. Yani kendi kendini manipüle edip inanır karşı tarafa da narsist bir şekilde baskın çıkmaya çalışır ve bunu maalesef Kur’an Hadis adına yapıp selam dairesine zarar ve psikolojik mobbing yapar.
Zaten bunlara inanmıyorsa yani herhangi bir dine, kişi ben böyle hissediyorum gönlüme böyle geliyor deyip hayalini vehimle süsleyip alemde göğsünü gererek Doğa ana olarak ahkam keser. Doğa adına evrensel enerji adına konuşsan bile nasıl bir küstahlık ve hadsizlik.
Doğanın ve Evrenin manyetik alanlarının ve enerjisinin nasıl işlediğinin hatta en önemlisi değişmeyen fizik yasasının mutlak olarak bilmediğin halde nasıl konuşursun. Bu işle iştigal eden insanlar bile bir bilinmezlik içinde deveran ediyoruz diyor. Bu halde kişi aynı hadsizlik içinde aynı zulmü yapar. Fark etmiyor anlayacağınız çünkü insan aynı insan.
İkincisi bana kalırsa yukardakilerine benzerlik olsa da çok daha profesyonel, akılcı, planlı, sabırlı, disiplinli, travmalı, fanatik, narsist, acımasız, sabit fikirli, hedef odaklı bir yapıya sahip. Birincisinden farklı duygularına kapılmayan bir yanı var. Hatta duyguların hayatında yeri bile yok. Bütün her şey büyük idealar uğruna yol almak.
Çok daha inançlıdır. Büyük idealara ulaşmak için kutsal bir yolculuk kutlu sonu için... Hasan Sabbah’ın yarattığı afyonlu kafa gibi. Hedeflerine ulaşmak için her türlü sınır ihlalini yapabilir.
Birincisinden farklarından biride bireysel değil kitlesel olabilir. Ülkeler feth edilir taş taş üstünde bırakılmaz tek bir canlı bile ortada bırakılmaz. Yaratıcıları ile ilgili aralarında öyle bir tek taraflı antlaşma yaparlar ki her yol mubahtır bunlar için.
Bunlar yazar çizer imzalar Sanki Tanrı da masada karşılarında oturmuş O’da imzalayıp onayı vermiş gibi sonrasında kolları sıvayıp işe koyulurlar. Kültür, ırk, millet ve inançlara göre idealar değişir.
Ama her şekilde, ne olursa olsun, o sınır ihlal edilir sınır çizmek adına.
Yorumlar