SOHBET VAR SOHBET VAR

SOHBET VAR SOHBET VAR 
SERKANT DERVİŞOĞLU 

Sohbet etmek ne kadar zor olabilir ki ?
İnanın… Hem çok kolay , hem çok zor.
Olur mu hiç. Sürekli bir araya gelip konuşup sohbet etmiyor muyuz ?
Düşünmek gibi bakabilirsin bu konuya. Aynı mesafede iki kavram. Düşünmekte te sohbet gibi yanlış anladığımız ayrıştıramadığımız bir kavram.
Nasıl yani düşünmeden iş mi yapılır, düşünerek yapıyorum diyebilirsin. Sende bende biliyoruz ki düşünmek başka bir şey.
Ama konumuz düşünmek değil sohbet 
Sohbet çok ilginç bir şey. Eğer şartlar uygunsa, zaman mekan ve insan yerli yerindeyse, tadı damağında kalmakla yetinmez, rüyalarını bile süsler.
Ne muazzam bir şey değil mi ?
Hatta bazı arifler namazın kazası olur, sohbetin kazası olmaz derler. Çünkü o bir andır gelir ve geçer yakaladın, yakaladın. Yoksa başa bir bahara…
Büyükler çok dikkat ederdi, sohbetin cilası kaçmasın diye ritüelleri bile vardı. Yani kendine has edep erkanı… 
Bir çeşit ayin gibi.
Tabi, bu tarz sohbetler bir nevî yüksek düşünce konuları olurdu. İnsanı bir yerden bir yere taşıyan araçlar gibi ultra lüks araçlar. Her ne kadar konuşulan yerler viran gibi olsa da gönüller saraylardan bile daha güzeldi.
Haliyle ulaştırdıkları yerler, kıymetli değerli mekanlar haline gelirdi adeta. 
Şunu unutmayalım dostlar. 
Sohbet ses çıkarılan ortam değil.
Maalesef unuttuğumuz bir şey de şu. Bu gönül yarenleri ile beraberken sessizlikte bile bir çok şeyin öğrenildiği ve gönüllerin bağlandığının farkına varıldığı  huzurlu bir atmosferdir sohbet. 
Özlemle anıyoruz tabi o sohbetleri yanlış anlaşılmasın hala devam ediyordur ve etmek zorunda. 
Nasibi olana gülistan olsun kutlu olsun. 
Niye uzattım bu kadar, açıkçası yüksek zevk ve düşünce ürünü olmasa da dostlarla yapılan sohbetlerde böyle olur. 
Olmalı da… 
Aksi halde orda fitne fücur ve başka duygularında karıştığı suyun bulandığı yer haline gelir.
Maalesef şöyle konuşmayı da sevmiyorum. Sohbet özlenen bir şey ve çok lüks olmaya başladı. Tamam, kıymetliydi ve değerliydi. Ne hikmetse daha da mı azaldı, hep mi böyleydi sanıyorum hep böyleydi şöyle hayatımı gözden geçirince çok az olan bir şeydi. Bunları söylemek  istemiyorum.
Geçen bir yerde oturuyordum. Sınava tabi tutulur gibi sorular, sanki ahiretteki yerimi tayin eden heyetteki hocalardan biri sanki. Hemen kategorize edip dolabına kaldırmak için acelesi içerisinde bir hareket, yarım yamalak dinlemeler. Zaten hükmü vermiş de daha da emin olmak istiyor ya da tatmin olma derdinde. 
Ne tuhaf bir şey, orada nasıl huzur olabilir ? 
Boş işler. Yeğenlerimin sözü geldi aklıma “boş yapma”.
Sohbet böyle bir şey değil. Bir defa aynı fikirde olmak zorunda değiliz. Dileyseydi Allah böyle yaratırdı. Aynı tür aynı dil aynı renk gibi gibi. Demek mualiflik Allah’ın rızası olan bir şey. Kimsede itiraz edemez durum ortada çünkü. 
Ön yargısız bir şekilde dinleyeceğiz. 
Zihninde ve kalbinde önceki duygularını bir kenara bırakarak.
Kıskançlığın mı var düşmanın mı, kötülüğünü mü istiyorsun , fitne mi peşindesin, narsist misin, ön yargılı mısın, kendini değersiz mi hissediyorsun, özgüven eksikliğin mi var, düşüncelerinden emin mi değilsin, kendini ifade mi edemiyorsun o yüzden duyguların mı karışıyor?
Değil mi ? Pek çok sıkıntılı durumlar var. 
Anlamaya çalışacağız, candan cana olacağız. Hepimizde yaratanın nuru var, nefsimiz tatmin olsun diye sokakta adam döver gibi değil, bilgimizle çok bilsen de kavgaya gider gibi insanların üstüne gitmek ne ayıp.
Sonuçta yaradan kadar bilmediğine göre ne bu afra tafra. O değil bazen korkuyorum Allah’ın işi çok enterasan, aklını alır adamın. Yani bilemeyiz rezil de eder vezir de. 
Haya et biraz.
Ne olacak ortamda bilen olsan.
Sohbette farkında olmadan o kadar çok güzel hadise olur ki. Hep bir araya gelmek istersin. Candan cana gönülden gönüle giden yolculuklar.
Bir seyir başlar. 
Eskiler seyr-ü sülük derlerdi. Bir manevi yolculuk başlar. 
Bir de şu anlaşılmasın, bu konuşmalarımızdan illa dini sohbet kast etmiyorum.  Karşılıklı kimliklere bakılmadan ruhtan ruha yapılan sohbeti kast ediyorum.
Size bir hatıramı anlatayım.
Bir vakit Köyceğiz’de nar tarlasında çalışmak için gitmiştim. İki kamyon vardı fabrikadan tarlalara gidiyorduk. Bir kamyona biri, diğer kamyona ben biniyordum. Daha Bismillah vardığım gün program yapıldı, kiminle gideceğimi müdür organize etti. 
Sabah güneş doğarken çıktık yola. Benimle gelen şöför, Tezcan abi, oranın yerlisi ama tam yerlisi şive inanılmaz Muğla şivesi. Çoğu zaman anlayamadığım hızlı konuşması, gülmemek için zor tuttuğum anlar çok olmuştu.
 Mesela Tezcan abi ciddi bir şey anlatıyor şiveyle berabarer o kadar hızlı konuşuyor ki kaçırıyordum anlattığını. Bir kaç kez tekrar ettirince de kızıyordu , bu sefer kızınca daha komik oluyordu. 
Tezcan abi bana sadece ismimi ve yaşı mı sordu o kadar. Memleket evlilik aile iş nelerle uğraşırsın açıkçası senin hakkında bilgisi olup beni kategori edeceği ve ona göre davranış sergileyeceği hiç bir şey sormadı. 
Dışardan bakarsan bir haftamı onla geçirdim. Gün boyu sürekli sohbet ediyorduk, kahvaltıyı, öğle yemeğini kamyonun tekeri arasında gölgede yapardık. İki defa çay demlerdi, orada içerdik beraber telefondan Güldür Güldür programını izlerdik. Açıkçası hala tarif edemediğim bir iç huzur ile vakit geçirdik. Köyceğiz’den bana kalan Tezcan abi oldu. 
Döndüğümde kendime çok kızdım. Sohbeti çok yanlış anlamıştım, ben de kategorize etmiştim. Sanki belirli konularda konuşulunca olan bir şey diye sınırlamıştım. Orda geçirdiğim vakitte hayatımda nasıl bir şeyin eksik olduğunu ve bunun ne kadar değerli ve kıymetli bir şey olduğunu hatırlattı. Bana kendimi hatırlattı.
Tezcan abiyle yaptığımız sohbeti düşününce beni hayatında tanımamış biri sadece benim gönlümdeki benle ilgilendi. Üstümdeki elbiselerle ve unvanlarla değil. Ben bile kendime böyle bakmazken tanımadığım bir adam bana böyle bakıyordu ve işin tuhafı bu adamla bir tane ortak noktamız yoktu zahiren.
Ön yargılı olmadan ve yargılamadığımız;  sessizken bile bir çok şeyin paylaşıldığı huzurlu sohbetlerin olması dileğiyle…

 

Yazıyı Beğen :     1
Paylaş :