Zihnin Tuzakları: Manipülasyon, Samimiyet ve Hakikat
ZİHİN TUZAKLARI
SERKANT DERVİŞOĞLU
Geçen hafta yazamadım, havaların yarattığı basınç yüzünden... Sürekli bu havalarla ilgili bir şeyler söylüyorum ama şikâyet olarak anlaşılmasın. Sadece kafamda yarattığı basınç, şiddetli ağrılara sebep oluyor. Bazı insanlarda böyledir; baş ağrısı yapar, öyle bir baskı yaratır ki kafanızda, aman yarabbi! Zordur, yorar, ne deseniz boştur. Ve bakmışsınız, patatesli tülbent sarmış, sere serpe yatarken bulmuşsunuz kendinizi. Vallahi işe yarıyor, patatesi deneyin! Yatırım tavsiyesi değil ama zararı da yok. Gerçi baş sizin başınız...
Elbette bunu kabul etmek zorunda değilsiniz. Ama bu süre artıyorsa ve siz bir şekilde buna müdahale etmiyorsanız, bu ciddi bir sıkıntı olacaktır sizin için. Baş ağrısı yaratan kişiler için kast ediyorum… Bir şekilde zihninizde yer etmemesine ve bunu kabul etmemenin yoluna bakmanız lazım. Bu baskıyı bertaraf edecek yöntemi, kendi yaşam koşullarınız ve tabiatınıza uygun bir düşünce ve eylem geliştirerek bulmalısınız. Yoksa nereye kadar, değil mi küçük prenses?
Bazıları, farkında olarak veya olmadan, bir alışkanlık haline getirdikleri tuhaf davranışlarla özellikle ucu açık konuşmalar yaparlar. Öyle bir cümle söyler ki, eğer zayıflık göstersen hemen üstüne çıkar ve tepinmeye başlar. Ya da seni kendini kötü hissettirecek bir tuzağa çeker. Bildiğin manipülasyondan bahsediyorum. "Yok kardeşim, ne diyorsun?" desen, "Sen de her şeyi yanlış anlıyorsun, ne alakası var! Hemen de kabalaşıyorsun!" der. Yine seni suçlu ve kötü hissettirmeye çalışan bir duygu durum bozukluğuna sürükler.
Ooo,ne fena değil mi?
İşin gücün yok mu senin ya? Ne uğraşıyorsun bunlarla?
Nasıl bir davranış bu? Normal bir diyaloğun yok mu senin?
Bu sefer, karşındaki insanlar da bir şey söylemeye çekinir hale geliyor. Kendinden emin olmayan biri için, "Şimdi bir şey desem bunun altından ne çıkar acaba?" diye düşünmeye başlıyorlar. Karşı tarafı da normallikten çıkarıyorsun. Doğal hayatın akışında bir diyalog kuramaz hale geliyorsun.
Madem bir hükmün, yargı dağıtan her şeye muktedir bir ulu hâlin var, o zaman bu çöplükte ne işin var sorusu sorulur adama.
Sen layık değilsin buraya, niye kendi sınıfından olmayanlarla vakit geçiriyorsun?
Bir de en hasta olduğum şey, onların onayladığı insanların kutsallaşması, onaylamadıklarının ise "eh işte" olması... Onayladıkları menkıbelere konu olan hikâyelerde aşırı abartılı, tartışılmaz bir sınır çizilir. "Benim hocam şöyle, çok iyidir!" O mu iyi, sen mi iyisin? Kendini mi yüceltiyorsun onun üzerinden? Adeta fanatik denecek bir yobazlıkla savunur onu.
Ne ara o kadar sıkı bir bağ kurdun be kardeşim?
Anladım seni… Yargılayamayacağımız, açıklarını yüzüne vuramayacağımız kusursuz bir alan yaratıyorsun kendine. Sanki herkes sana düşman. Milletin işi gücü yok seninle uğraşacak! Yahu öyle olsan ne olur? Gül geç! Biz seni bilmiyor muyuz sanki? Ne saklıyorsun, her şey görünüyor.
Saçma sapan, samimiyetsiz iletişim metotlarıyla bir yukarıda, bir aşağıda… Nerede olduğunu bile senin karıştırdığın insaniyet, merhamet, erdem ve davranışları sergileyeceğim diye oluşturduğun sahte portre… Üzgünüm, çok net gözüküyor.
Açıkçası, erenler… Kendimiz olmak ne zormuş!
Bunların yanında da kendin olman zorlaşıyor. Düşmanca algıladıkları için, bir casus edasıyla yaklaşıp bilgileri alıp üstün görüş ve kâmil filtresinden geçirip, içten içe seni tartıp biçip, zamanı geldiğinde önüne koymaya çalışıyorlar.
Yazık… Hakikaten ne anlamsız, boşa geçen bir yaşam. Ama bedeninin hâli, tavrı Tanrı’dan farksız—yersen tabii. Farkında bile değil!
Acaba Hz Mevlânâ ne derdi bu duruma? Hadi bir sayfa açıp bakalım:
Sen, gönle ayak basar basmaz, düşünce gönülden çıktı gitti. Sırlar da bellerini bağlayıp yola düştüler.
Gönül, canın yanına geldi de ona dedi ki: "Kendinde kalma, kendinle beraber oturup durma! Düşünce de gönlü ağır canlı, tembel gördü de, onu kendi haline bırakıp, kendisi acele gitti."
Düşünceye aşktan bir casus geldi. "Haydi kalk, yürü git. Önümde yeri öp!"dedi. Bu haberle düşünce kendinden geçti, Hakk'a ulaştı.
Güzellerin meyhanesi açıldı. Düşünce, şarap küpüyle, kadehle arkadaş oldu. Bu yüzden mest oldu. Aklına ne gelmişse hepsi bir bir ona göründü.
Düşünce mest olunca, kendinden geçti de, böylece kendini düşünmekten kurtuldu. Kendini öyle kaybetti ki; "Düşünce denilen şey nedir? Siz düşünceyi tanıyor musunuz?" diye başkalarına sormaya başladı.
Felek, gönlün korkusundan yerlere doğru alçaldı, iki elini birbirine çarptı. "Benden kimsecikler kurtulmadı. Düşünce nasıl kurtuldu?" dedi.
Düşünceye herkes, önden arkadan tuzak kurar. Düşünceyi tuzağa düşürmek ister.
Aslında insanın aradığı her şey, her şekil, her suret düşünceden meydana gelir. Sen şekle bağlanma, düşünceye bağlan!
Gönle gamdan bir peygamber gelince, ötelerden Cebrail gönle iner. Düşünce Meryem gibi yüzlerce İsa'ya gebe kalır.
Divan-ı Şems 1159
Yorumlar